Gölgenin Ucunda Bekleyenler
Bazı yollar vardır, insanın ayakları değil, kalbiyle yürüdüğü.
Her adım sessizdir, her durak bir ağırlık taşır.
İnsanın içi de bazen bir kasaba gibidir; tenha sokaklar, kapalı dükkanlar, kimsenin uğramadığı parklar... Gündüzleri cıvıltılı olsa da, geceleri bambaşkadır. Kendi gölgesine bile yabancı olduğu saatler vardır.
Ve orada, tam da o boşlukta, insan konuşmaz. Konuşamaz. Çünkü bazı cümlelerin yolu dudaktan geçmez.
Kars’ta, rüzgarın sert estiği bir sokakta, adamın biri hep aynı durakta bekler. Kimseyle konuşmaz. Her gün aynı saatte gelir, aynı kaldırım taşına basar. Bazıları ona “Bekleyen Adam” der, ama aslında beklediği biri yoktur. O, sadece suskunluğunu bekler.
Çünkü insan, bazen bir şeyin gelmesini değil, kendisinden gitmesini ister.
Bazen bir pastanede, İstanbul’un kenar bir semtinde, genç bir kadın çayının buharına dalar. Yan masadan gelen kahkahalar ona ulaşmaz. Çünkü onun gözleri, çok daha uzak bir yere bakar: İçine…
Bir gülümsemeyi değil, bir suskunluğu arar insan, çünkü bazen en büyük huzur, söylenmemiş olanın sakladığı yerdedir.
Bazı insanlar bir köy kahvesinde, bazıları bir park bankında, kimileri de bir köprünün kenarında bulur o sessizliği.
Birinin bir cümlesiyle değil, sadece varlığıyla ağırlaşır zaman.
İnsanın en ağır yükü, yanında taşıdığı suskunluğudur.
Ve en büyük mucize; o yükü sırtlanmadan, birinin ona "Ben seni anlıyorum" demesidir.
Ama genelde kimse bir şey demez.
Çünkü bazı şeyler sadece bakışta, rüzgarda, yağmurun sesinde, bir mendil uzatışta anlaşılır.
Bazı duygular dilde değil, nefeste taşınır.
Gün gelir, hayat yine gürültüsünü salar, insanlar hızla konuşur, dünya kalabalığına kavuşur. Ama sen, o küçük anı hep saklarsın:
Bir köşede, bir bakışta, bir gölgede seni gören birini.
Ve bilirsin ki, sessizliğin ucunda bekleyenler vardır.
Kimseye görünmeden, sadece seninle susmayı bilenler.