Günahın Rengi
Herkes günahkâr. Kimi dizlerinin üzerine çökmüş, yüreği çatlamış bir testiye dönmüş; her damlasında pişmanlıkla yoğrulmuş bir tövbe taşıyor. Kimi ise ellerini göğe kaldırmayı bile unutur olmuş; günahı alnında bir nişan gibi taşıyor, hatta övünüyor. Oysa günah, ne övünülecek bir yük ne de başkalarının gözlerine gösterilecek bir zaferdir. Günah, insanın içini kemiren, vicdanına kök salan bir sessizliktir çoğu zaman.
Bazıları günahını sımsıkı saklar. Saklar çünkü bilir, mahcup olmalı insan kendi hatasına. Çünkü edep, tövbeden önce gelir bazen. Hata herkesin nasibidir ama utanç, hâlâ ruhu sağ kalmış olanların harcıdır. Ne büyük bir zarafettir kendi günahını başkasının kusuruyla örtmemek, başkasını yargılamadan önce kendi karanlığına dönüp bakmak...
Kimileri de var ki günahında ısrar eder. Sanki günahı bir şeref nişanı, bir kişilik emaresi gibi taşır. Başını Allah’a eğmek yerine, Allah’ın yarattıklarına boyun eğdirir kendine. Ama bilmez ki boyun eğdirilen her kul, bir gün bir duayla ayağa kalkar. Ve sen, kibirle yürürken ayakların altından çekilen toprağı fark edemezsin.
Allah örter. Bazen insanı insanın gözünden saklar. Günahını gören olmaz, tövbesini gören de... Ama O bilir. Sessizce ağladığın geceleri de, başını dik tutup yalanlarla yaşadığın günleri de...
Tövbe edenle etmeyen arasındaki fark, günahın büyüklüğünde değil; kalbin yönünde gizlidir. Çünkü Allah, tövbeyi sevdiğini söylemiştir. Dememiştir ki günahsız olanı severim. Belki de bu yüzden, en büyük kulluk tövbedir.
Unutma, insan olmanın ilk emaresi tökezlemektir. Ama insan kalmanın ilk şartı da, düştüğü yerde kalmamaktır.