Güz Sancısı

Güz sancısı taşıyordu o. Ağarlaşmıştı yükü gittikçe. Omuzlarında taşıdığı manevi ağırlık mahvediyordu onu ve hayatını. Göklere bakınca düşüyordu alnında kaynayan ateşi. Hava esince buğusu dağılıyordu gözlerinin. Her defasında güz sancısı çekmekten bıkmıştı artık. Sabrediyordu! Sabretmekle hayatının düzeleceğini umuyordu. Gülüyordu! Her zaman yoluna çıkan yük taşıyıcılarına. Gülmekle hafiflemiyordu yükü elbette. Nitekim boşalıyordu gülmekle aklının her zerresi. Gevşiyordu her zaman sıkı olan avuç içleri. Çökmüştü artık tahta gibi her zaman dik duran kemikleri. Yine de umutluydu o. Umut taşıyordu çoğu zaman omuzlarında. Hakikatlerle boğuşuyordu beyninin her hücresi. Yine de mutluydu o. Hayal kurmakla yetiniyordu. Her zaman manevi yükle dolu olan dik omuzları artık derin bir çöküşe hazırlanıyordu. Çökünce her zaman tahta olan omuzları yükün de biteceğini biliyordu. Bu yüzden sevinçliydi o. Güz sancısıyla her ne kadar bulutların her kararıp, aydınlanışında, onların ağlayıp, haykırışlarında, önündeki sislerin dağılıp, toplanışında daima boğuşacağını biliyordu. Ve yine biliyordu ki, güz sancısıyla boğuşan vücudunun her simetrik köşesini bir gün yitirip, sonunda çöken omuzlarının dirilemeyeceğini. Biliyordu Elbette!

29 Haziran 2010 1-2 dakika 88 denemesi var.
Beğenenler (2)
Yorumlar