Ha

Ha!

Ortada, üzerine yapışmış beton parçacıklarının gri renge dönüştürdüğü, kalıp tahtalarından oluşturulmuş masanın üzerindeki poşetten kendi sehmine (payına) düşen ekmek arası tantunisini aldı. Ekmekten koca bir ısırık almadan evvel kendinden önce yenilen sofradaki gevrek ekmek kırıntılarını, gazetedeki resmi daha iyi görebilmek için elinin tersiyle bir köşeye itekleyerek temizlemeye çalıştı.

Bir kadın resmiydi, genç bir kadın. Daha doğrusu genç bir kıza ait fotoğraftı. Meraklı tüm ustaların başı uzadı resme bakmak için, sanki hepsi aynı anda kurulmuş bir oyuncak gibi höpürdeterek ayrandan okkalı bir yudum daha çektiler. Erken bitirmenin aceleciliğiyle söylendi Adem usta.

“Ben bunu tanıyorum Kayaağzı’nda oturur.” Bakışlar daha bir dikkatleşti. İçlerinden biri sorulması gereken bir cümleyi, üstlenilmiş bir görev edasıyla tamamlama gereği hissetti.

“Kimin kızıymış la bu?” Daha yakından tanıyan biri olmayı ispatlarcasına amelelerden biri hemen cevapladı.

“ Şey vardı ya sıvacı Hacı usta bu onun kızı işte.”

“Hangi Hacı la…?” sorusu sorulmalıydı yoksa büyüsü bozulurdu ortamın ve sordu da biri.

“ La Hıdır ustanın gardaşı vardı ya…”

“He…”dendi topluca. Sonra içlerinden başka biri önce anlamanın getirdiği ortamdan sıyrılma rahatlığıyla ekledi.

“Ha üç sene evvel, Aygünlerin inşaatından düşen Hacı ustayı diyosunuz.” Oy birliğiyle bir anlaşmanın sesi duyuldu topluca.

“He… O Hacı usta işte.”

“ N’olmuş da la kızına” diye bir ses duyuldu. En çabuk, en hızlıca paket tantunisini bitirip üstüne biraz kestirmenin rahat yolunu arayan yaşlıca amele.

Bu merak önemliydi ve can alıcı en önemli sözcüğü büyük bir vurguyla hepsi birden cevapladı.

“Ölmüş.”

“Ölmüş mü…”

“İntihar etmiş.”

“Nasıl yani?”

“Kendini Keklik kavşağının oradan Göksu’ya atmış. Bir haftada zor bulmuşlar cesedini.”

“ Niye intihar etmiş ki?” En önemli sözcükten sonraki, en önemli soru da sorulmuştu en sonunda. İsmail usta atıldı.

“ Babası benim kahve arkadaşımdı sık sık karşılaşırdık, o zamanlar bu çocuk üniversiteye gidiyordu, öğretmenlik okuyor, derdi babası. Çok geçmedi herhalde kızın mezun olduğu seneydi babasının o kazada öldüğü seneyle aynı yıldı.”

“ Derdi neymiş ya kızın, bak ne güzel öğretmen çıkmışsın işte.”

“ Babası ölünce bunalıma girmiş, bir de üç senedir öğretmenliğe atanamamış.”

Topluca anlaşıldı kararı verilmişti.

“Ha…”

Bu “Ha” nın üzerinde pek durulmadı. Durulsa altından sitem belki de kocaman bir isyan çıkacaktı. Bu “ha” üzeri kapatılma ünlemesi olarak kaldı.

Çay içime hazırdı en üstteki kirlenmiş kağıdı kalıpçı başı Ahmet usta buruşturup poşete koymadan önce göz göze geldik. Soru belliydi ve hedefe yönelmesine izin vermemek için iki elimi omuz hizasında kaldırdım. Bu “ha” nın üzerini biraz açmam görevini üstlenmek istemiyordum.

“ Bana sormayın…”

“Niye hoca sen bilmezsen biz mi bileceğiz?”

“Bilmem demedim, sormayın dedim.”

“Niye ki söylesene o zaman.”

“Madem ısrar ediyorsunuz söyleyeyim iki görünmeyenin yani “Devlet ve Tanrının işine karışılmaz. Maazallah…”

Niye sorusunu beklerken topluca tasdik sesi duyuldu.

“ Doğru diyon Hoca. İkisinin de işine karışılmaz.” Yarı uykulu yaşlı amele söze karıştı.

“ Lan bakın hele… Hoca akıllı adam bakın az bi tavuk tantuniyle onca adamı doyurdu, et tantuni olsaydı bunu üç dört katını ödeyecekti. Kesene bereket Hocam…” Gülüşmeler duyuldu…

“ Tabii Hoca salak mı ki, et tantuni ısmarlayacak.”

Yere baktım kafamı kaşıdım bir yerlerde “yanlışlık” vardı… Salaklık ne demek, demek ki bunlar daha, daha büyük salakların farkında değiller.

Olsun be! Ben arındığım kadar kirlendim, onlar düşünsün.

Ahmet usta gazeteyi buruşturmuş tam poşete atacakken bir küfür duyuldu.

“ Sıfatına sıçtığım. Şunun suratına bak Hoca. Şunun suratında hiç meymenet var mı? …… koduğumun”

Gösterdiği resme baktım, bir müzik gurubunun solistinin resmiydi, emekçi bayramında verdiği konserden bahsediliyordu. Sonrasında çıkan olaylarda başından sızan kanlı bir fotoğrafı daha eklenmişti yanına.

“Ha” nın üzerini açamayanlar, kendisine tehdit yöneltmeyecek başka şeylere ne kolay küfredebiliyorlar. Hatta bu şeyler farkına varamadıkları kendi yararlarına olsa bile.

Anlaşılan alttaki ne adına kavga verdikleri yazısını okumamıştı, gerçi okusa da sövgünün kalitesi azalmayacaktı. Eminim… Sonra bana baktı.

“ Hoca sıfat ne demek, ne işe yarar? Ama Bana sormayın deme.”

“ Tamam artık demeyeceğim hatta hep bana sorun diyeceğim nasıl olsa bir şey değişmeyecek… Sıfat eşyanın durumu hakkında bilgi veren araçtır. Özelliklerin ve ilişkilerin olması gerektiği gibi olmasını bize anlatırlar. İnsanda ise…”

Konuşmamı gereksiz bulmuştu, yarıda kesti…

“ Ha…anladım,” dedi gazeteyi poşete tıkıştırırken. “Bakın buraya la! dedi emredici, üstenci sert bir ses tonuyla.

“Hocama bir çay getirin.”

Üzeri de kırk yamalı çalışma giysisi bulanan amelenin nasırlı elleriyle tutuğu çayı alırken. Gözleri biraz önce buruşturulup çöpe atılan şarkıcının fotoğrafı ile intihar eden kız çocuğunun fotoğrafları yan yana gelmişti.

“Ahmet usta, dedi amele. Hakkaten suratına sıçtığımın adamın yüzünde hiç meymenet yok.”

Ağzımdan ancak sadece kendimin duyabileceği tonda bir “ Ha!...”sesi çıkmıştı.

12 Ocak 2024 4-5 dakika 27 denemesi var.
Beğenenler (1)
Yorumlar (2)
  • 4 ay önce

    Ağlamak mı gülmek mi gerek bu anlayışsız ve tek düze düşünceler büyütenlere gücünün yettiğine küfür yetmediğine ha diyerek onay vermek tek heceli sözcükle söylesem tesiri yok sussam gönül razı değil Mehmet bey cehalet bugün vermemiz gereken en büyük savaş haline geldi Tebrik ederim anlamlı paylaşımınız için Saygı ile