Hadi! Gül De...

Kendimden başka kimseye zarar vermediğim ve kendi uğraşıma ve çabama bir hiç uğruna son verdiğim bir eylemler karmaşasının yaşandığı gecenin sabahındayım.
İçimdeki fırtına esir almışken beni, sende susma. Karanlıkların habercisi bir sukunet artarken, yapaylığından emin olduğum geçiçi bir isyanda bütün gemilerimi batırmışken, tek teselli olarak karanın çok yakın olduğunu ve yüzerek kurtulabileceğimizi müjdele bana.
Oturduğum noktanın, dünyanın merkezi olduğunu sandığım o çocukluk yıllarımdan arda kalan bir şımarıklık mı bilmiyorum? Herşeyi benim daha iyi bildiğimi düşünmem.
Hayır! Son kuşta havalanırken ıssız adamdan, belkide romanlar yanıldı. Belkide Robinson hiçbir zaman yıllarca tek başına kalıp kendisine dayanamadı. Belkide kendiyle başbaşa kaldığı günlerde kendiyle yüzleşti ve bu terk edilmişliğin bir şansızlık değil bir ceza olduğunu anladı.Cuma o ana kadar ortaya çıkmamıştı. Belkide Cuma sadece yalnızlığın şizofrenik tutkular doğurmasıyla oluşan bir yanılsamaydı. Cuma, Robinson'un içindeki diğer adamdı.
Şimdi yalnızlığıma diğer bir adamı ortak etmek için içime baktığımda, kendimden daha çok nefret ettiğim diğer adamla karşılaşıyorum.
Hadi! Yüzülecek keşfedilmemiş kıyılar olduğunu söyle.
Hadi! Bunun değerini bileceğimi söyle.
Hadi! Bunca yıkımdan sonra öğrendiğimin yıkmak değil kurmak olduğunu söyle.
Ölümünün bir isyan olması için öldüğünü ispatlaması gereken bir adamın, ortalık yerdeki isyanının medyatik bir anlam taşıdığıyla uğraşırken televizyoncular, adam çoktan bastırmıştı içindeki acıyı. Belkide tek derdi: Yanlış zamanda, yanlış yerde olan doğru adam olmasından dolayı üzerine yüklenen acı iftiralardı.
Üstünlüklerimi karşı tarafı işgal edecek bir yol olarak kullanmadım. İşgalim, tek kişilik bir ordununun koca bir müfrezeyi tek başına yok edebileceğine inanacak kadar kördü ve bendeki ne şansızlıktı ki, adımın başına Rambo lakabı daha henüz takılmamıştı.
Hadi! Gül de...
Hadi! Somurtma de...
Son bulmayı öğrenmemişken acılar, ilkel bir yerliye integral öğretmek kadar saçma artık direnişim. İçimdeki direnişin gergin çelik telleri, artık üzerinde yıllardır oturulmuş olmasından yorgun düşmüş paslı bir somya.
Dünya savaş alanı olsada. Ben içimdeki en büyük tutkuyu sevişerek soğuturken, gerillalar o büyük kurtuluşun planını yapıyorlardı. Çocuklar çıplak ayaklarla mayınlara basarken, onların parçalanışından insanlar kendilerine kin yaratırken, her ölüm başaka bir tarafın zaferi oluyordu. Ölen ölmüşlüğüyle kalırken, hiçbir şey değişmiyordu.
Bense tek bir gözyaşımı bile artık yersiz akıtmamak için bütün ölümleri sorguluyordum.
Artık sıradan akmasınlar istiyordum.
Artık bir yol bulsunlar istiyordum.
Artık içime değil benden dışarı aksınlar ve değdikleri yerlerde eskiden kalma bilindik bir masalı herkeze anlatsınlar ve bütün insanlar dünyaya hükmetmek yerine kendi kumdan kalelerinde mutlu olsunlar istiyordum.
Fırsatlarımı kendinmden karşı tarafa geçen bir alt geçit yapıp haksız rekabet yaratmadım. Haksızlık olsa olsa kendi kendime yaptıklarımın açıklamasında masum bir kelime olabilirdi ancak.
Ve duygularımıda ihaleye çıkarmadım.
Hiç bir ihaleye de fesat karıştırmadım.
Şimdi sende anla, içimdeki adamın duyarlılığının bütün bir hayata karşı gelmekten yorgun düştüğünü. Beni anlamayan ve benim tarafımdan anlamlandırılmayan bir dünyaya sunamam içimdeki toğumları.
Sen yine sus de, yine bağır.
Sen yine sana anlam veremiyorum de.
Sen yine terk et beni.
Ben terkedilişlerin asi çocuğu olayım ve içimdeki seni ebediyen taşıyıp ölürken, seni artık mutsuz edemeyecek olmaktan ilk kez mutlu olarak, yaşamımı taçlandıramamışken, ölümümü taçlandırayım.

11 Temmuz 2009 3-4 dakika 3 denemesi var.
Yorumlar