Hamak

Düşüncemi salladığım hamaktan doğrulup şöyle bir yazı pazarına uğradım. Kendi tezgahımın başına geçmiştim bile az sonra. Kelime pazarına uğramak artık alışkanlık olmuştu bende. En sevdiğim kısmında ise kendi tezgahımdan seçtiğim yazılar vardı. Giysi dolabını açıp istediği kıyafeti ya da kitaplığın önüne geçip istediği kitabı seçmek gibi geçmişe gidip istediğim şiir deneme ya da öyküyü seçip okumak ve yayınlamak en sevdiğim uğraşılardan birisi olmuştu. İşte yazı tezgahım benim için 'ben de bu dünyada varım' hitabının en açıklayıcı yanıydı ve annelerimizin kilim dokurken elleriyle verdiği emek bende zihin dokuma işine dönüşüyordu ve kelime yumakları yetişiyordu imdadıma her gece. Bütün gün zihnimde dönüp dolaşan harfler gece olunca sıraya giriyorlardı tezgaha çıkmak için. Yazar olmanın en rahatsız edici yanı ise buydu işte. O harfler ilmek ilmek dokunmadan sahibine rahatlık vermeyecekti çünkü...

Zihnine rahatlık batanların dünyasıydı yazarlık. Her şey sustuğunda bile hiç susmayan çetrefil duygularla baş etmenin en iyi yoluydu kelimelerle dost olmak. İnsanlar sizi bugün sever yarın belki biraz sever ve ondan sonraki gün belki isminizi bile hatırlamayabilirdi ama kelimeler sizin onları bıraktığınız yerde itina ile ütülenip katlanmış mis gibi kokan ve giyinmeyi en çok sevdiğiniz kıyafetiniz gibi bekler. Yazmayı seviyordum çünkü kelimelerin vefasına inanıyordum. İçtenliğine hatta alt üst edip yeni cümleler kurduğumda bu değişime ayak uyduruşuna gizliden hayranlık duyuyordum...İnsanlar arasında geçen kullanılmışlık hissi mevzu kelimeler olunca zenginliğe dönüşüyordu. Çünkü kelimeleri ne kadar çok kullanırsak onlara yeni bir kimlik kazandırmış oluyorduk ve her yeni kullanım farklı kapıları aralıyordu okuyanların dünyasında. Biz buna kelimeleri eskitmek değil de parlatmak diyelim tekrar tekrar.

Herkes kendinden sorumluydu şu yalnızlık döngüsünde. Ruhunu ağlatmak ya da şenlendirmek için hepimizin seçtiği bir şeyler vardı elbette. Bırakalım kemancı kemanı ağlatsın bırakalım Adile NAŞİT şen bir kahkaha atsın hiç ölmemiş gibi bir film karesinde. Nasıl olsa hayat felsefesinde birbirinden kopya çekmek sınıf geçmeye engel teşkil etmiyordu. Ha babam de babam bize verilmiş koskocaman bir hayat gizlice akıyordu ellerimizden.

Ben kelimelerimi ağlatıp güldürdüğümde henüz on beş on altı yaşlarındaydım. Kitapların kenarına haşiye gibi ufak şeyler karalıyordum o zamanlar. Mini minnacık dörtlükler ayrıca. Hayata karşı bir çığlıktı benim için yazmak. Sesli düşünüp sessizce yazardım ta ki ben susup kelimelerim konuşuncaya kadar böyle sürüp gitti. Şimdi harfler sesim oldu zihin salıncağında...

Kelimelerimin hasta olduğu sabahlarda ise dünyama gurbet üstüne gurbet yığıldı sanki. Onları iyileştirmek için daha çok yazmak istedim. Kelimelerim yaşarsa yüreğim de yaşayacaktı sanki. Hayat ipi ikinci kere koparılmış insanları en iyi anlatan şeydi kalemsizlik. Eli kalem tutan herkesin cepheye çağırılması gibi bir şeydi benim için hayat yolunda savaşmak.

Ben insandım. Güçlüydüm zayıftım, derindim yüzeyseldim. Neşeliydim ve çokça duygusal. İçime atabilirdim çığlıklarımı ben t/aşmayı seçtim. Yazdıkça geride kalıyordu çünkü bütün yaşanmışlıklar. Aynı yollara geri döndüğümde ise hoş bir koku veriyordu eski yazdıklarımı okumak. Zihin hamağında harfleri sallayıp durdum bu gece de. Sonsuz şükür bize harfleri verene. Ya harflerim olmasaydı nasıl kazıyacaktım yüreğimdeki körlüğü? Yürek bir ada olsaydı yanımda alacağım üç şeyle bitireyim en iyisi. Bir zihin hamağım, iki harflerim üç mü onu da siz bulun?

19.06.2023

20 Haziran 2023 3-4 dakika 242 denemesi var.
Beğenenler (8)
Yorumlar