Hatır-İltimas-Para

Bir Cin Şiiri
Davacı zengin, davalı yoksulsa
Zenginden yana işler yasa
Davacı yoksul, davalı zenginse
Davalıda kalır yine nizalı arsa

Davacı da davalı da zenginse davada
Özür diler çekilir aradan kadı
Davacı da davalı da yoksulsa, bak,
Sade o zaman işte yerin bulur hak


Yazıma, Can Yücel'den alınan bir Çin Şiirine atıf yaparak başlamak istiyorum.

Yüce yaratan, yer karasında ne kadar hoş varlıklar yaratmış. Dümdüz ve yemyeşil ovalar, akarsularla parçalanmış platolar, ulu ve yüksek dağlar. Akarsular, dupduru pınarlar, ormanlar, masmavi gökyüzü ve de denizler... Daha neler neler... Saymakla bitmez. Canlı ve cansız varlıkların hepsini yaratmış, doğada bir boşluk, bir dengesizlik bırakmamış. Ve de insanoğlunu yaratmış. Yaratılanlardan yararlanma; hak ve sorumluluğunu bizlere bırakmış. Hatta, görevlerimizi rahat yapmamız için peygamberler görevlendirmiş, kutsal kitaplar bile göndermiş. Bizlere akıl ve düşüne yeteneği bahşetmiş.

İlk insandan bu yana insanlık âlemi doğayla ve birbirleriyle mücadele ederek günümüze kadar gelmiş. Barış içinde yaşanan dönemler olmuş. Bir arada, huzur içinde yaşama yolları bulmuş geçmişte atalarımız. Bu dönemlerde yıllar içinde eskimeyen sanat yapıtları üretmişler... Hanlar-hamamlar, yollar-köprüler yapmışlar. Heykeller yontulmuş, edebi yapıtlar yazılmış. Çoğu kez de maalesef birbirlerinizin boğazlarına sarılmışlar, yıkıcı, öldürücü savaşlar yapmışlar...

İnsanlık tarihi uzun mücadeleler içinde geçmiş ve de geçecek. Mutluluk içinde, barış ve huzur içinde yaşama becerisini gösteren uluslar bu beceriyi nasıl göstermişler. Peki, barış içinde yaşama olgusu nasıl başarılmış? Bu soruyu gayet net ve düz mantıkla şöyle yanıtlamak olası: Kanun –nizam hâkimiyeti sağlanmış. Adalet duygusu yaşamlarının merkezine oturtulmuş. Yöneten ile yönetilenler arasında saygı ve anlayış ülküsü yaşama olanağına kavuşmuş. Nimet ve külfetten herkes payına düşeni eşit biçimde alır biçimde uygulamalar şaşmaz biçimde yürütülmüş.

Yalanı, ikiyüzlülüğü yani şark kurnazlığı denen olguyu yaşamlarından silmişler günümüzün barış içinde yaşamayı beceren güçlü ülkeleri. Nihayet, ülkelerinin, eğitim sistemlerini insanların yetenekleri ölçüsünde en yücelere erecekleri duruma getirmişler. Nitelikli, elit kuşaklar yetiştirme yarışına girmişler. İşi, ehline vermeyi temel ilke kabul etmişler. Bu konuda ne diyor atalarımız.
'Ekmeği ekmekçiye ver, bir ekmekte üste ver.'
İyi bir eğitim gören ve ülkesindeki adalet sistemine güvenen insanlar ülkesi için her görevi seve seve yapıyor. İşte, ülkesini seven insanların ülkeleri de barış içinde güçlü devletler olarak yarınlarına güvenle bakabiliyorlar.

Kalkınmayı sağlayamamış üçüncü dünya ülkeleri diye nitelenen devletlerde yeterlilik, elit olma gibi olgular göz ardı ediliyor. Hatır ve paranın her kapıyı ardına kadar açma uygulamaları geçer akçe oluyor. Maalesef bu durum daha çok doğu toplumlarında görülüyor. İslam ülkeleri bundan en çok payına düşeni alan ülkeler kategorisinde. Bizler de bu grubun içindeyiz yıllardan beri. Bir türlü işi ehline veremiyoruz. Yozlaşma alıp başını gidiyor.

Hatır ve paranın her kapıyı açma uygulamasının sürmesinin koşulları oluşturuluyor. Ne yapılıyor? Eğitim sistemleri ona göre tanzim ediliyor. Hakkını aramasını bilen özgür düşünceli kuşaklar yetiştirme yerine biat kültürünü özümsemiş kuşaklar yetiştiriliyor. Evet, efendimci, buyruklara koşulsuz uyan, sorgulamayan kuşakların yetiştirilmesi sağlanıyor.

Bir biçimde hükmetme erkini ele geçiren krallar-hanlar, çar-şah ve padişahlar kendilerini yeryüzünde tanrının gölgesi olarak kabul ediyorlar. Kibir ve hırsları tavan yapıyor. Sadece tek kişilikte olmuyor böylesi uygulamalar. Çoğunluğu ele geçiren, bir kez iktidara oturan bir mutlu azınlık da keyfi yönetimlerini sürdürebiliyor bazen. Ya bendensin, ya yoksun. Altta kalanın canı çıksın.

Hükmetme noktasında ister bir kişi, ister bir azınlık olsun öncelikle varlıklarını sürdürme çabası içinde oluyorlar. Alt tabakaların önlerinin açılmasına olanak sağlamıyorlar. Tüm sistemleri eğitim, hukuk... Kendi çıkarlarına göre dizayn ediyorlar. İnsanları kendilerine mahkûm kılıyorlar.

İşte bu durumda insanlar sorunlarını çözmek için hatırlı kişi bulma, iltimas olgusuna başvurma durumunda kalıyor. Çoğu kez de para ortaya konarak tüm kilitli kapılar açılıyor. Emeği ile geçinmeye çalışanlar; suların başını tutan, kapalı kapıların anahtarlarına sahip olanların merhametine muhtaç oluyor. İnsanlık onurları onulmaz yaralar alıyor. Kimin umurunda! Dünya ha bire dönüyor. Ölen ölüyor kalan sağlarda bir biçimde yaşıyor.

Bu kısır döngüyü kırmanın tek yöntemi; bizlerin insan olma bilincini yakalayabilmemizden geçiyor. Küçük çıkarlar için onurlarımızdan ödün vermemekten geçiyor. Kafalarımızın içini aydınlatmaktan geçiyor. Çıkarımıza olan uygulamalarda asgari müştereklerde birleşebilme ilkesini yaşamımıza katmamızdan geçiyor. Görev ve sorumluklarımıza tam vakıf olursak o zaman Çin Şiirinin son mısrasındaki gibi 'Sade o zaman işte yerini bulur hak.'

Yazımızı böylesi konulara cup diye oturan bir kıssa ile bitirelim:
'Zamanın birinde, iki kişi bir konuda anlaşmazlığa düşer. Adalet dağıtıcısı kadıya başvururlar. Kadı iki tarafı da dinler. Karar aşamasına gelinir. Kadı biraz ağırdan alır, kara kara düşünmeye başlar. Acaba hangi tarafı haklı çıkarsam diye. Davacı, kadının gözlerinin içine bakarak:

'Yüzüme bak, yüzüme!' Der. Davalıda konuşur:

'Halıma bak, halıma!' Der. Kadı, birisinden yüz akçe, diğerinden bir halı almıştır. Onun için kara vermekte zorlanmaktadır!

Dünya dönüyor sürekli. Ülkelerinde adalet sistemini oturtan uluslar güneşin gündüz tarafında yaşıyorlar. Hatır ve paranın geçer akçe olduğu yerlerde de toplumlar maalesef güneşin henüz doğmadığı karanlıklar içinde yaşamlarını sürdürmeye devam ediyorlar...

17 Nisan 2016 5-6 dakika 150 denemesi var.
Yorumlar (1)
  • 8 yıl önce

    Aaygıdeğer okuyucu arkadaşlar ve de Şiirkolik sitesinin şair-yazar arkadaşlarım, bu yazımda özellikle az gelişmiş ülkelerde hala çözülemeyen hatır-iltimas-para ile iş görme hastalığını çeşitli yönleriyle irdelemeye çalıştım. saygı ve sevgi dileklerimle...