Hayat nerede Biter Roman Nerede Başlar

Bana göre :




Hayat birazda yazıya benzer...İlk paragrafın doğuşu bütün bir hayatı satın alması gibi. Bir ömrün çatallanması, seçeneklerin yavaş yavaş bir sonda tek bir yolda birleşmesi.. Ana temanın ilk paragraflarda hayatı belirlemesi, reddettiklerimizin bir kabul diye koynumuza girmesi ; hep yeniden kafiye ve rediflerin bir düzen diye cümle sonlarına getirmeye çalışmak, kaç gün, kaç ay, kaç yılı düzeltir?




‘'Geçenlerde biri söylüyordu, >;Trajediyle destan gibi romanda eskidi galiba. Bunun üzerine romanın yerini tutabilecek bir yazı türü aramaya koyuldum.'' Buldum mu? Sizce ? Bulmak için bulunmanın içini doldurabilecek ne varsa ,köşe bucak aradım. Her köşe yazısında, her haber kağıdında. Dergilerde, mektuplarda, yalanda olsa sokak arası buluşmalarda, kahvehane köşelerinde, dudaklardan düşen Pamuk'lu ya da Peyami'li nicesin'de.




Uzun bir yolun sonunda çıraklar ve kağıt karalayıcıların eline geçen Roman, budala travması ile geçici nöbetlerde imiş. İnsanı anlatan, haber veren gazetelerde hayatı gören, gösteren, gündelik yaşam soygunu nice budala. Sonra olmadı deyip bir savaşı anlatacak asker, bir aile faciası yazacak romancı aramaya başlarlar. Anlatımın gölgesini her satırda gölgeleyen uzmanlar, asıl şeyden kayar ve kendi yorumu içinde kaybolurlar. İşte asıl sorunda Roman da böyle başlar. İki uç arasında doğum ve ölüm'ün içini dolduracak bütün seyirden uzaklaşır. yoksun kalırlar.




Okuyucunun eline ne geçer ? Boşlukta kendini arayan kelimeler ! Kendini bir paragrafın içine dahil edemeyen duygular ! Yoksul ve garip bir döngü ! Ana tema'dan yoksun bir kalabalık. Oysa Roman'cı ,gerçekleri kendi ellerinde biçimlendirirken, yaşar onu. Duygularını feda ederken, doğumdaki acıyı, mutluluğu kesmeden yaşar ve yaşatır. Ölümdeki matemi alır, kendi içinde yaşar ve cümlelere seslenirken kendi göz yaşlarını nokta. virgül. ünlem diye kullanır. Daha da ötesine gider ve gerçekleri kesmeden, sövmeden düzeltmeksizin verir.




Ve şimdilerde küstahlaşan cümleler...Moda olan edebiyat, diğer sanatlarda olduğu gibi önüne çıkan her şeyi darmadağın ediyor ya da ettiriliyor. Gerçek olmayan bir haberi gerçek gibi sunmak, olayların içinden gerçeğe yakın bir şeyler aramak ne kadar doğru ? Tek başına bir gerçek, herhangi bir uydurmadan (fiction) daha dramatik, daha simgesel (sembolik) daha öğretici değil mi?





Arayıştan ,hazırlayıştan, bireyin ya da bir çoğunun hikayesinden değil; Armağan - Danielle Steel'den de değil; uçurumlardan, şaşırtmalardan, gölgede kalmış düşüncelerden, kainatın sırrından ötürü. Aynı zamanda her şeyi alıp götüren zamanın ve durmak sızın dönen dünyadan ötürü. Olay her zaman ardımızda kalır. Zaman her olayın yeniden görülmesine olanak sağlar. Böylece Roman romancının değil ,her dönem okuyucusunun olur. Romancı gerilerde kalırken Roman her zaman ileri. hep ileri seyreder. Artık Romancı Romanına son sözünü söyler. Hoşça kal !
İşte kurgulayan Pamuk ya da Peyami için zaman hep aynıdır. Yürüyen zamanı canlandıran anlatıcılar ,yürüyen zamanı hep canlandıracaklardır. Okur onları okurken, yaşadıkları olaylarla mutlaka karşılaşacaklardır. Ya şimdilerde, tersine okur usavurmalarla (muhakemelerle) karşılaşacak olaylar bulur.




‘'Roman ruhunu böylesine yozlaştıran belki de budur.''






Size göre ?







(Etkileşim)

07 Eylül 2016 3-4 dakika 51 denemesi var.
Yorumlar