Hayatın Şaşırtan Matematiği

Hayatın Şaşırtan Matematiği


Biri bir şey anlatır; sorarız: “Bu anlattığının hayattaki karşılığı var mı, varsa ne?” diye.

Anlatmaya çalışacağım şey tam da bu işte!

Olmuş şeylerin olmamış şeylere oranı… Ya da tam tersi; olmamış şeylerin olmuş şeylere oranı… Bu, hayatımızda “karşılığı olan” yaşantımızın tam da içindeki en büyük, açıklanması en zor denklemi olabilir mi?

Bazı şeyleri çok istersiniz; emek verir, uykusuz kalır, içinizde bir ukde olarak taşırsınız. Ama bir türlü olmaz. Bazı şeyleri ise hiç istemezsiniz, hatta kaçarsınız onlardan, fakat bir bakmışsınız olmuş bile… İlginç bir çelişki!

Peki, hangisi daha fazla? Çok isteyip de gerçekleşmeyenler mi, yoksa hiç istemediğiniz hâlde kapınızı çalanlar mı? Hayat bize neyi lâyık görüyor, neyi esirgiyor? Daha fazla uğraşsaydık sonuç farklı olur muydu? Yoksa didinip çabaladığımız hâlde vardığımız son, en başından yazılmış olan mı?

Bu soruların peşinden giderken karşımıza çıkan temel bir ikilem: Lâyık görülen mi, yoksa inşa edilen mi bir hayat?

Bu durum çoğu zaman matematik kitaplarındaki o şaşırtıcı problemlere benziyor! İşin içinden çıkamadığımız, başımıza gelen şeyler… Tüm gücünüzle koşarsınız, hızınızı artırırsınız, her şeyi yaparsınız, hesaplarsınız; fakat hedeflediğiniz tren umulmadık bir yerde duruverir. Diğer tren mi? O, hiç beklemediğiniz bir anda, hiç bilmediğiniz bir perondan size acı acı sirenleriyle seslenebilir.

Yıllarca hayalini kurduğunuz iş için onlarca kapı çalarsınız. Oldukça donanımlı ve hazırsınızdır. Her kapının ardında, tüm emeğinizi yerle bir eden o küçük ama ağır kelime gizlidir: “Ama…” Tam pes etmeye hazırken, hiç düşünmediğiniz, belki de küçümsediğiniz bir fırsat, ışıltılı bir tebessümle karşınıza dikilir. Hayat size ironik bir şekilde fısıldar: “İstediğin olmadı belki, ama belki de olman gereken bu!” “Ne umdum, ne buldum!” diye mızmızlanıp durursunuz; ama olmuştur olacak olan! Kabullenemezseniz de bir bakarsınız onunla yaşamaya başlamışsınız.

Gönül meseleleri de bu gizemli matematiğin dışında işlemez. “Hayat arkadaşım şu özelliklere mutlaka sahip olmalı”, “şöyle olmalı, böyle olmalı” diye uzun, detaylı listeler yaparsınız. Hazırlıklar beyninizde tamdır. O günün gelmesini beklersiniz; ama gün gelir, o listenin hiçbir maddesine uymayan biri, bir bakmışsınız aynı yastığa baş koyduğunuz biri oluvermiş! Uzaktan ağlama sesini duyduğunuz çocuğunuz size geçmişinizden değil, adeta gelecekten seslenmektedir.

O an anlarsınız: Hayat, sizin katı reçetelerinizle çalışmıyor. Kendi şiirini, kendi müziğini, kendisi, sana danışmadan yazıyor! Seçenekler azalmıştır hayatınızda… Oyun oynanıyor ve kural değiştirmek oldukça riskli… Yapabileceğiniz en sıradışı şey; olağan olanı aykırı kabullenip, elinizden gelenin en iyisini yapıp o müziğe, o ritme ayak uydurmak!

Bazen de işler tersine döner; en küçük rastlantılar, plansız ve beklenmedik olaylar en büyük sonuçların tohumlarını atabilir. Bir bakmışsınız; kaçırdığınız bir otobüs sizi asıl gitmeniz gereken durağa götürüyor… Ya da yan masadan yuvarlanan bir kalem, yepyeni bir hikâyenin ilk cümlesi oluyor… Çevirdiğiniz yanlış bir numara, ömrünüzün aşkına açılan kapıya dönüşüyor… Cezalandırıldığınız bir şey ödülünüz oluyor! Kim bilir; defalarca yüzüne, gözlerine öylesine baktığınız biri, gözlerinizin içinden kalbinize süzülen en büyük sevinciniz, hayattaki destekçiniz oluyor.

“Tesadüf gibi görünen her şey, aslında hayatın gizli denkleminin satır aralarında saklanmıştır da görünmez bir el, değişkenleri yerli yerine sizin için oturtmuştur…” gibi.

Yaşanmışlıklar çoğalınca sanki örnekler azalıyor, örnekler çoğalınca da yaşanmışlıklar azalıyor! Yaşanan örnek, örnek ise yaşanmış oluyor!

Ancak hayatın sürprizleri sadece tatlı değildir. Kimi zaman umutla üzerine titrediğiniz hayalleriniz, beklentileriniz hiç beklenmedik bir anda ince bir cam gibi parçalanır elinizde. Öylece bakakalır, anlamlandıramazsınız. Ama zamanla siz, o kırık camların keskin kenarlarında kendinizi yeniden tanımaya, anlamlandırmaya çalışır bulursunuz.

İşte o an, o ezber soru yeniden gelir: “Daha fazla uğraşsaydım, farklı olur muydu?” “Acaba o zamanlar öyle değil de böyle yapsaydım…” gibi tekrar eden sorgulamalar… Yoksa bu kırılma, zaten benim payıma düşen miydi? Sorusuyla zorunlu kabullenme süreci mi yaşardınız?

Birine âşık olup çok sevmişsinizdir. Her şeyi ile istediğiniz, arzuladığınız, “Tam da benim istediğim!”, “Yıllardır hayalini kurduğum…” diyip kimyanızın uyuştuğuna inandığınız birine, tabiri yerindeyse, ömrünüzü vermişsinizdir; ama bir bakmışsınız hayatınızın zindanı, çektiğiniz onca acının, işkencenin başkahramanı ve belki de en önemli kaynağı, hatta tek sorumlusu…

Kendine has işleyen sonsuz olasılıklar karşısında geçerli midir? Hani hastalandığınızda ilaç alırsınız ya, “Bana iyi geldi!” dersiniz… Sana iyi gelen, acaba ona da iyi geliyor mu? Ya da tam tersi durumlardaki matematik nasıl işliyor acaba? Buna ilişkin oranlar ne? Düşünüyorum da içimden geçen şu: “Aman Allah’ım, çok karışık!”

Belki de hayat, bir kimyagerin deney tüpündeki beklenmedik reaksiyona benziyor olabilir mi? En doğru oranlarla birleştirdiğinizi sandığınız elementler bazen bir patlamaya, bazen de hiç beklenmedik, paha biçilmez bir bileşiğe dönüşür. Farkında olunmayan tesadüfler ya da bu beklenmedik oluşan yeni sonuçlar, bizim yaşam dediğimiz döngünün formülleri olabilir mi? Hatırlayalım, en büyük keşifler çoğu zaman planlanmamış deneylerin sonucunda meydana gelir!

Fakat hayat bir türlü formüllere sığmıyor! Bazen coşkulu bir senfoni gibi akıp gider, bazen de tek bir yanlış notayla susar. Bir gün tüm ışıklar üzerinizdedir, ertesi gün kimsenin uğramadığı bir kuliste soluklanır bulursunuz kendinizi… Böyledir bu işler!

Belki de mesele, bu iniş çıkışların “adil” olup olmaması değildir. Çünkü hayatın şaşırtan matematiği bize nihai bir ders verir: Bazen en doğru cevap, hiç çözülmemiş sorunun kendisinde saklı olabiliyor.

Bazı şeylerin mantıklı bir açıklaması olmuyor, olsa da olduğu gibi olmuyor!

Çünkü hayat; hesap kitap işi değil, şaşkınlıklarla örülü bir yolculuktur. Ve belki de gerçek varış noktamız, yola çıkarken hayal ettiğimiz yer değil, bizi dönüştüren o beklenmedik kavşaklardır.

Aslına bakarsanız olmuş olan her şey insanın asla öngörülemeyen o “ boşluk anı”da oluyor..Başka hiç bir canlıda bu muhteşem “boşluk” anı olduğunu sanmıyorum.Şöyle düşünün mevsimi geldiğinde leylekler bir yerden bir yere göç ederler..Hiç bir leylek münferit veya toplu olarak göçün her hangi bir zamanı veya yerinde karar değiştirip geri dönmez veya olduğu yerde “burada konaklıyacağız”diyip karar değiştirmez!..

Belki de “kader” diye adlandırılan şey şöyle işliyor olabilir mi? Bizim irademizden bağımsız bir şekilde başımıza gelecek olan “o” olayın bizimle karşılaşma anı, sonsuz olasılıklardan sadece biri; sonrası ise bu öngörülemeyen değişken tercihlerimiz..

Son temenni; Cem Yılmaz’ın bir filminde söylediği gibi: “*İkmeseler bari!..”

Amel Defteri/Dursun Akbalık

08 Eylül 2025 6-7 dakika 66 denemesi var.
Beğenenler (1)
Yorumlar