Her Çocuk Bireydir

Çocukluğumun yarısı hastanelerde geçti diyebilirim. Gölcük Askeri Hastanesi'ndeki hemşirelerle ve doktorlarla neredeyse ahbap olmuştum. İki haftada bir hastaneye taşınıyordum hem de yatılı misafirleri olarak. 'Yine mi sen?' diye isyan ediyorlardı hemşire ablalarım.





Annem üzerimize çok titrerdi. Kış günlerinde, montumun başlığını okulun servisinde bile açmazdım, robot gibi otururdum yarım saat boyunca. Maazallah annem görürse ya da bir söyleyen olursa ne yapardım( !) Çocukken hiç kar topu oynayamadım arkadaşlarımla. Hiç terli terli su içmenin tadına varamadım ya da dondurma yiyemedim yazın kavurucu sıcağında. Şimdi düşünüyorum da acaba ben mi çok narindim, yoksa yetiştirilişimden mi kaynaklanıyordu bu narinlik? Hasta olmaya çok mu meyilliydim yoksa aşırı koruyucu bir tavırla karşılaştığım için bağışıklık sistemim mikroplara karşı dayanıklı değil miydi? Sanırım ikinci seçenek daha mantıklı.





Anneciğim kendisini öyle yıpratırdı ki peşimizden koşarken! Babam sık sık seyire giderdi Deniz Astsubayı olduğu için. Gurbette, iki çocukla, tek başına baş edebilmek zordu tabi. Üzerimize titreyişinin sebebi de bu olmalı gerçi annem hala daha aşırı koruyucudur . Telefon konuşmalarımızda sorar: ' Kızım, patik giyiyorsun ayağına değil mi bak havalar soğudu. Yiğidime de yün kazak örüyorum, oh sıcacık tutar! İçlik giydirmeyi unutma çocuğuma.'



' Anne, evler sıcacık, çocuğu kat kat giydirirsem havale geçirir.' desem de karşı koyar dediğime: ' O daha küçücük, anlamazsın sen. Sakın incecik şeylerle dolaştırma çocuğumu. Vah vah vah! Hasta edecekler torunumu.'



Gülerim diyaloglara, gülerim de çaktırmam anneme. En sonunda içi rahatlasın diye: 'Tamam anneciğim, sıkı sıkı giydiririm sen merak etme olur mu?' derim, sonra derin bir 'oh' çeker nihayetinde doğru yolu bulduğum için.




Annelik ne çok özveridir ve ne özel bir duygudur. Ama şu var ki çocuklarımızın üzerinde aşırı koruyucu tavır sergilememeliyiz bana göre. Aksi takdirde, ayaklarının üzerine basmaları zor bir süreç halini alır. Üniversiteye ilk başladığımda öyle zor günler geçirmiştim ki! Annem yoktu yanımda, her şeyi kendim yapacaktım. İkinci öğretim olduğum için derslerimiz akşam sekiz buçuğa kadar sürerdi. Öyle tedirgin olurdum ki anlatamam ki o yaşına kadar: ' Kız kısmı akşam namazından önce evinde olur' zihniyetiyle yetiştirildiğim için, gece dışarıda kendimi uzaylı gibi hissederdim. 'Ya şimdi başıma bir şey gelirse?' paranoyasını uzun süre atamadım hafızamdan.




Halbuki çocuk, biraz olsun özgür yetiştirilmeli. Tabi ki de başı boş bırakılmalı demiyorum ama yaşayıp görmesine olanak verilmeli. Ki, en güzel öğrenme şeklidir. Biz yine çocuklarımızı denetleyelim, gerekirse takip edelim ama onları kendi doğrularımızın içerisinde hapsetmeyelim. Bırakalım, arada bir yanlış yapsın . Yapsın ki, doğru olanı kendisi anlasın. Yasaklar daima çekici kılar bazı şeyleri. Kesin ifadelerle yasaklamak yerine, bir şeylerin neden yapılmaması gerektiğini doğru ifadelerle anlatmalıyız çocuklarımıza.


'Bunu yapmayacaksın. O kadar!'


'Neden anne/ baba?'


'Bak edepsize bacak kadar boyuyla hesap soruyor bir de! Yapmayacaksın dedim, o kadar?'



...



Bu kadar yanlış bir konuşma şekli olabilir mi? O çocuk, mantıklı yanıtlar almadığı takdirde, o davranışı neden yapmaması gerektiğini nasıl bilsin?




Bu yazıyı kaleme almamın sebebi, çocuk yetiştirmenin bir sanat olduğunu bir kez daha hatırlatmak istememdi. Ve bunu, kendi deneyimlerimle ve somut örneklerle okuyucularla paylaşmak istedim. Son olarak da Namık Kemal'in çok beğendiğim bir sözüyle yazımı tamamlamak istiyorum. 'Eğitim, anne kucağında başlar; her söylenilen kelime, çocuğun şahsiyetine konan bir tuğladır.' İster iyi olsun, ister kötü; ağzımızdan çıkan her söz ya da her davranış çocuğumuza tuttuğumuz bir ayna, temeline attığımız bir tuğladır aynı zamanda. Anne- baba heykeltraş gibidir. Önemli olan, çocuğun kişiliğini doğru şekillendirmektir.

12 Nisan 2013 3-4 dakika 26 denemesi var.
Beğenenler (3)
Yorumlar (3)
  • 11 yıl önce

    👍👍

    İrdelenmesi gereken ve ebeveynlerin okuması gereken bir konuyu yazıya almakla çok iyi etmişsiniz Seda Hanım...Özgür, özgüvenli,kendini ifade eden bireyler yetiştirmek lazım.. kutlarım emeğinizi ve kaleminizi.

    sevgiler

  • 11 yıl önce

    Ben şanslıydım sevgili Seda. Kendi kararlarımı verebiliyordum, kendii ayaklarımın üzerinde durmam için fıırsatlar veriliyordu. Her şeyimi kendim yapıyordum falan filan... Ama gel gör ki ben yetiştiğim gibi çocuğumu nasıl yetiştireceğeim daha şimdiden panik haldeyim ki kızım daha 16 aylık. Zaman değişti klişesi beniim de dilime pelesenk oldu maalesef . Bilmiyorum anne olmak çok zormuş. En zor tarafı da gelecek endişeleri . Yoksa onunla zaman geçirmek bilinçli ve sabırlı biçimde kişiliğini bir oya gibi işlemek değil zor kısmı. Ha, ben de çocuklarının üzerine titrenmesi taraftarı değilim. Her şey ölçüsünde olmalı. Ama dizimin dibinden ayrılmasın yaa:)))

  • 11 yıl önce

    Anne ve babalık ve bunun sonucunda çocuk yetiştirmek dünyanın en zor ve en sorumluluk isteyen işi. Çocukları çok fazla serbest bırakmak da çok fazla sıkmak da sakıncalı ikisinin ortasında bir yol tutmak lazım, lakin eğitimsiz bir çok anne baba da bunu layıkı ile beceremiyor. Bizler hem hayatta iken hem de hayata veda ettikten sonra çocuklarımızın kendi ayakları üstünde durması bizim için en büyük gurur vesilesi olmalıdır. Bırakın ufak tefek hatalar yapsınlar bir şeyler öğrenirken, hata yapa yapa düzeltirler hatalarını, sanki biz küçük bir çocukken hiç mi babamızın annemizin beğenmediği davranışlarda bulunmadık. Bu konuda yazılmış bir çok yazılı basılmış eser de vardır. Bunların içinde benim hala başucu kitaplarımdan olan merhum Profesör Dr. Atalay Yörükoğlu'nun değerli kitaplarıdır. O kitaplardan ''Çocuk Ruh Sağlığı'' adlı kitabının arkasında bütün ebeveynlerin hararet ile okumasını salık verdiğim ''Bir Pulsuz Dilekçe'' diye bir çocuğun ağzından anne ve babasına yazılmış bir mektup yer alır ki dünya çapında bir yazıdır benim gözümde. Özet olarak çocuklarımızı insan yerine koyarsak hem biz kazanır hem de onları topluma kazandırırız. Tebriklerim içtenlikle Seda hanıma...👍🤐👍