Her Yemek Yenmez Her Oyun Seyredilmez

Yemek, oyun ve seçim gibi kavramlar arasında benzerlikler, eşleşme yapılabilecek özellikler vardır. Bazen seçimlerde ikbal makamına ulaşabileceklerin ''toptan yemek'' için bu gayretkeşliklerde bulunduğunu düşünenler olur. Bazen de seçimi halkı yönlendirmek için bir oyun gibi değerlendirenler de çıkar. Her ne olursa olsun, bütün manipülasyon imkanlarına rağmen henüz demokrasiden daha az sakıncalı bir sistem oluşturulamamıştır.
Oyun derken kastettiğimiz ortaklaşa eğlenilen halay gibi, bar gibi, horon gibi... eylemlerdir; yoksa küçük bir grubun sergilediği hile ve düzen, bin bir desise ve tuzak değildir...
Yeni yetme çağlarımda bir iki saatlik yaya yolu mesafedeki düğünlere, karanlıkta çırasız ve fenersiz dönmek pahasına arkadaşlarımla birlikte gitmekten uzak kalmazdım. Kırk gün kırk gece süren hakan düğünlerine yetişmedik; yedi gün yedi gecelik düğünleri anlatanlardan dinledik. Ama üç gün üç gece süren düğünlerin canlı tanığıyım. Bu vesile ile başımdan geçen bir olayı anlatmak istiyorum.
Arkadaşlarım bana zaman zaman bu hatıramı yüzlerler, mahcup olmamı sağlamak üzere anlatıp eğlenirler. Ne diyelim, yaşanmıştır; başkalarınca yaşanmaması için zikredilmeye değerdir.
Köyümüzün Kalamendere denilen ormana yakın yerindeki mahalleye, Mamati'lerin düğününe bir grup yeni yetme ile gitmiştik. Coşkunun yükseldiği anlardı. Geniş oda içindeki oyun kalabalığından silahını çekenler ahşap tavandaki kirişleri hızar gibi kesecek mermiler sıkıyorlardı. Terleyenler, yorulanlar kopuyor; horon halkasına oyunun güzelliğini bozacak acemiler ve yeni yetmeler ekleniyordu. Öyle bir hal oldu ki, bütün usta oyuncular bırakıp ayrılmış, horon halkası komuta edecek ustalardan yoksun kalmıştı. Ben de horon halkasında yerimi almıştım. Kimseden Hemşin horonunun hareketlerini değiştirecek bir komut gelmediğini görünce, beni de dinlerler inancıyla cesaretimi toplayıp komutayı ele geçirmeye niyetlendim.
Nasılsa Azaklı'nın İmdat gibi, gür sesle olmasa da, daha anlaşılır bir söyleyişle komut vermekte ne vardı ki...
Derken hiç kimsenin ''Aksa topal!...Çek kürek çek! Bas geri, git-gel oyna! Ha bir daha haa!'' demediği, komutlara dikkatlerin kapalı olduğu bir ortamda, belki kemençe çalanla da uyum sağlamadan kayde değiştirici komutumu patlattım. Tabii burada bir farklılık da oluşturdum.
Ustalar şöyle derlerdi:
''Ka(lk) bi daaa ka(lk)! Kı(r) bi daa kı(r)! Sa(y) bi daa sa(y )! Saa, saa, saa! Haa, haa, haa!''
Parantez içine alınan sesler çıkartılmazdı. Ben ise devrim tarzında bir söyleyişle güya haykırdım:
''Kalk uşak kalk! Kır uşak kır! Vur uşak vur! Say, say, say!...''
Müthiş bir ihanete uğramıştım! Kimse aldırmamıştı. Yapılacak başka bir deneme de boşa gidebilirdi. Sağ ve sol yanımdaki ellerden sıyrılıp horon halkasının dışına kendimi zor bir hal atmaya çalışırken kulağım başka bir komutla tırmalandı:
''Kaç, uşak kaç!''
Bu vahim ve hak edilmeyen başarısızlık beni bir daha horonlarda komutayı ele almamak gibi bir çekingenliğe yöneltmiştir. Gerçekten horon dışarıdan kolay görünür, komutasına uyulan ustalar olduğu sürece bu doğrudur. Ama ustalardan yoksun bir horona ne girilir, ne de seyredilmeye değer bir hal görülür.
Tıpkı bu hatıramdaki gibi, Rize'mizdeki seçim oyununda, Rizeli uşakların önüne bildikleri yemekleri hoşlanmadıkları garsonlar eliyle sunanlar ne kadar dinlenecek, dikkate alınacak; cidden merak ettiğim bir husustur.
Su, hem de soğuk su katılmış aştan yer misiniz? Yemeği masanıza değil, kafanıza çarparcasına sunan garsonlardan dolayı lokanta değiştirmez misiniz? İçinden değil, uzaktan kumandalı, yönetimli zevksiz horonlara oyuncu ve seyirci olur musunuz?
Afiyet olsun! Helal olsun! İyi eğlencele

04 Aralık 2010 3-4 dakika 9 denemesi var.
Yorumlar