Hiç Kimse

Zarfına ismi yazılmamış mektup gibiyim. Alacalı bulacalı hasret durağında isimsiz sevmeler cumhuriyetinin cumhurbaşkanı da sen olunca kendime yazdığım e-posta gibi yalnızlık aşırdı beni, önce seni sevdi; sonra bizi, sonra aşkı derken aşk ile sen kaçınca ortada bir tek ben kaldım. Alıcısı bendim sevdanın, uçurumdan atlanan çocukluk masallarının çizgi filmin dipsiz gargamel kuyruğunda bensizliği de sen yakaladın. Güzel olduğunu sanıyoruz her şeyin; yanılgılar misafiriyiz neticede. Sanmak telaşımızın gölgesinde ayaklarımızı uzatarak çayımızı yudumluyoruz, hayat da bu sanıyoruz sevgilim.
Mektubu açtığında beni göremeyip, yalnızlığa dokunamayıp, aşkı başkalarının teninde içerken "bugün de sevilmelere doydum, çok şükür" diyeceksin. Ben yine kendi kendime konuşur gibi mektubumun zarfını dilimle yalayarak zarfı kimsenin açmayacağını düşünerek yanıltacağım masumiyeti.
Yazmayı seviyorum ben, sevda çöplüğünde eskilerini atanların sevdalarını çalmıyorum ama. Benim eskimemiş kıymetlim sensin. Sadece imzamı atmıştım mektubuma, bir imzam yeterdi beni sana hatırlatmaya. Sanmak müsveddesinin buruşturulup atılmış kâğıdıyım desem bana acıyanlar köşesi ekmek kuyruğuna giren biçarelerin sayısından fazla çıkar.
Ben sana yazıyorum, bak sana; seni yazıyorum yine... Çok zaman oldu, inan zamanı saymak da gelmiyor içimden artık. Zaman seni benden göndermeler pusulasında kaybettirmişken bana, ben neden sayayım hırçın ve kalleş zamanı?
Onu büyütürdüm sen bana sarılsaydın. Bu kadar çok yakıştırmasaydın beni yalnızca bana, megaloman bir manyak olmazdım belki de kayıp aranıyor ilanlarındaki mutluluğuma. Beni bulma, ben seni bulurum diyeli sana; benden yana çok oldu. Buldun mu dersen, kaybederken buldum. Elimi uzattım saç müptelası ellerim için sana, saçlarını tutmak isteyen ellerimin arasında saçlarım kaldı yine bana... Bu yüzdendi hep kendimi öpüşlerim, kendimi sevişlerim, kendime kendimden ve yalnızca sebepsizce benliğimle pay biçişlerim... Sen sevmiyordun, sen sevmeyecektin ve gelmeyecektin körebe oyunlarımda aşk ebem olarak bana. Hep bir çaresizlik vardı. O kadar çoktu ki çaresizlik faturam, doğal gaz faturamdan çok beter edip çokça üşüttü bütün bir kış boyunca. Ödemiştim bedellerim gibi; çaresizliğimin de faturasını, buna rağmen yorganlar sevmekle ısıtmıyordu sadece.
Zarfımda isimsiz mektubumun isimsizliği yazdıkça sen bana aşk olarak gelemezsin, biliyorum. Adımı sorsan zaten artık ben de adımı bilmiyorum. Belki aşka direniş, belki bir aşk teröristi, belki izbe sokaklarda kendini arayan çocuğun son umut rüyası... Adımı ben de bilmiyorum çok zamandır. Ezbere kaçıyor ya ıslık çalan harfler, yirmi dokuz harften öteye geçmek için yalnızlığım çokça çabalıyor ve feryatları ağlayan bebekleri korkutuyor ya hani...
Yani, işte öyle... Öğle yemeğinin tadımlık şerbeti gibi. Öyle işte... Öyle'nin öğlen ile birleştirilme hâli. Yine sana saçmalıyorum ben. Belki de adımı saçmalıklar kraliçesi koyarsın sevmeler cumhuriyetimin sahte cumhurbaşkanı; senden olsa olsa sevgiyi döven bir kabadayı olurdu. Ben bu rolü yanlışlıkla yanlış sana vermişim...
Madem yanlış sevdiğini biliyordu insan, öyleyse neden sevmeye devam etmişti? Madem kızıl değildi saçlarım, o vakit neden sarı ayrılıkla galatasaray formalı taraftarları mutlu etmiştim?
Takım da tutmazdım ya hani... Ben yalnızca senli günleri tutmuştum; sezonun son maçı sanırken mağlubiyetimi, her defasında penaltılara düşüp sensizlikten gol yemeye devam etmiştim. Okumuyorum artık kendimi; zaten cümlelerimde hep sen varken 'sen'i okumak üç harfin tekrarına düşmekten ve gözlerimi yormaktan başka bir işe de yaramıyor. Ellerim hiç tutulmadı ya hani; güneşle ay'ı kıskanmış oysaki. Onlar bile tutulmuşlar... Ah ben... Müptela zengini züppe telaşlı megaloman ben... Kendimi öperken gördüm bir gün seni, saçlarımdan tırnağıma kadar nefretinle süzüyordun beni, gözlerinde kanlı nefretini gördüm. Nefrete vurulmak haddi değildi sevdanın ama; ondan oldu her şey demek ki...
Bir çığırtkan satıcı ortalığa kendisini saçıyor. Uyudun mu sevgilim? Tövbe cennetinden kovuldum bir daha seni yazmayacağımı defalarca söylediğim için. Yalancı ve pinokyoyu ağlatan bir feryat figan müdiresi sandılar beni... Halbuki sevmek faziletinin aşk çeşmesinden klorlu su içmesi gibi bir hataydı benimkisi.
İsimsiz zarfımın göndereni belli olmayan, gönderileni ise meraklı köfteciyle yarıştıran isimsiz hayatımdayım. Hayatıma da bir isim bulamadım. Hayatımda bile bir isimsiz şövalyelik yatmaktaydı, sen önce bir hayatını düzene sok, sen önce bir hayatına misafir olanları ağırlayacak kadar zengin ol diyemedim. O kadar şey söylüyorum ki içimden içime, içimden içime yol alan köprünün bir ayağı kırıldı diye lüzumsuzların atıldığı mahpushaneye kanadı kırık kuş misali aldılar beni içeri. Sadece bir tek ötmem gerekiyormuş, bir ses, bir nefes duymaları için... Ben sana ötüyormuşum da sen kuş dili bilmiyormuşsun ya hani; yalnızlar anlarlarmış belki. Neyse... Kâğıdımın gözleri yaşardı, zarfımın pulunda ürkek sevdalılar limiti doluyor cümlesini okumadan sen; pulumun da sahteliğine gebe kaldığımı belli etmeden ben, ölüm diyarının kibrit satan çocuklarına acıyıp kendi acınılası hâlimi unutmadan yine ben, sen olmadan ve sen dolarak ben olmayı unutmadan yine ben; hep ben... En iyisi bir kez daha nefretinin gözlerinden öpüp, aşk büyüklerinin ellerinden öperek sana sevda sonsuzluğu öpücüklerimi arz edeyim. Gitme dersen kalırım ama bak; hoş, gitme demesen de hep kaldım ben. Yazarın işinin kalmak olduğunu bir kez daha hatırlatayım, kalmasam giden sen olur muydun hiç? Giden olmasan sen, bu kadar çok seven olabilir miydim ben hiç?
Gitmek tılsımı sarar yazarı; efsunlu olan sen değilsin sevgilim. Pinokyo estetik ameliyat olmuş da bir daha burnu uzamaz artık demişler, bu da benim yalanım. Masumane yalanlar şerefine son kez gözlerime bakamaz mısın? Beyaz yalanların beyaz kâğıtlara gömülüp kaldığı bir anımız olsun. Gitme dersen kalırım, git dersen gidemem...
Gitme demedin, git dedin; gidemedim işte. Bedenen gitmek, ruhen gitmekle aynı şey değilmiş sevgilim. Bedenim sen çukurundan çıkıp kendime batalı ve çamurlanalı çok oldu, ruhum bir yerlerde saklanmış olmalı. Eğer onu benim için bulursan benim için gözlerinden öp, çocuk kalbinin acısını hep ben çektim. Bir cefa çekmek bin ayıbı örtermiş yalanıyla da buluştum, artık susuş şarkılarımda enstrümanım olabilirsin. Çalarsan gönlümün titrek bağlamasından; o yâre selam söyle. Kemanımın kopmuş teliyle titretirim ben kirpiklerimde ölümsüz olan sen tuzlu gözyaşlarımı...

30 Haziran 2016 6-7 dakika 464 denemesi var.
Yorumlar