Hoşgörü Ve Empati (duygudaşlık) Üzerine

Günümüz dünyasında insanlık adına derin kaygılarım var. Ben de elbet beni mutlu eden ve arada bir içime huzur veren davranışlarla karşılaşıp, insanlık adına oldukça saygın şeyler düşünen insanlarla tanışıyorum. Ancak genele baktığımda bu insanların oranı gittikçe azalıyor.
Her şeyden önce şunu belirtmek gerekir, çoğunluğun düşüncesi doğru değildir. Bir zümrenin ya da başarı göstermiş insanların söyledikleri de doğru değildir. Her söylenen doğru bile gerçek değildir. Bu sonuçlar ortalama bir insan tarafından da çıkarılabileceğini düşündüğüm ancak çok zeki insanlarca defalarca kere tekrarlanmış gerçekliklerdir. Gerçekliğin göreliliği ise oldukça yanlış anlaşılan bir şeydir.
Gerçekliğin göreliliği aslında bakış açılarının özgür olduğu ve olabildiği, düşünen ve de düşünebilen, kendini yetiştirmiş, kültürlü insanların ve de aynı düzeyde olanların gerçekleştirmesi gereken bir durum olmanın yanında kademeli düşünürsek düşünsel alt yapıyı bu kademeler arasında da oldukça geniş geçiş boşlukları ve iletişim ağlarının gerekliliği de şarttır. Sadece kendi seviyesinde ki insanlarla yahut aynı fikirde ki insanlarla bir arada yaşamak insanlara keyif verebilir ve rahat bir yaşam vaat edebilir bu yaşam tarzı; ancak günümüz insanının en büyük hatası da bu nokta da başlamaktadır. Düşünsel serbestliğe ve birikime saygı duymadan sadece kendilerine reel başarı getiren insanlara saygı gösterip materyalist yaklaşmalarıdır. Söz gelimi bir erkek öğrenciyi ele alalım. Günümüzde ne yazık ki bir erkek öğrencinin saygı gösterdiği ( bence göstermelik ) sadece çıkar ilişkisi içinde olduğu insanlardır. Eğer bir kızı beğeniyorsa sadece o kızı beğendiği için onu dinler, onun söylediklerini dikkate alır ve de umursar. Benzer şekilde hocalarından sadece notu kıt olanların dersine devam eder onun ödevlerini takip eder. Diğerine gitmez, işi biter bitmez sınıfı terk eder, ne halini sorar ne de hatırını. Hocaların yüzüne güler onlara şirin gözükmeye çalışır. Bu söylediklerim sadece laf değil, sadece düşünce değil. Bende pek çok insan gibi okuyorum ve 19 yıldır sıralardayım. Yüzlerce bu şekilde davranan öğrenci gördüm. Küçük yaştayken alışkanlık haline gelen not için iyi davranma ve sadece çıkarları doğrultusunda karşısında ki ne saygı duyuyormuş izlenimi yaratabilme kabiliyeti o yaşlarda bilinci daha yerine oturmamış çocuk üzerine oturmaktadır. Benim içimi parçalayan ise bilinci oturmuş olması gereken ve de kendini aşmış olması gereken üniversite öğrencilerinin hala bu halde olmasıdır.
Burada bir hatırlatma yapmak zorundayım. Ben sürekli gençlik, insanlık böyledir dedikçe çevremdeki insanlar çok fazla genelleme yaptığımı, herkesi bir saydığımı söylüyorlar. Ne yazık ki yanlış anlıyorlar. Sanırım bu konuda ben suçluyum derdimi iyi anlatamıyorum. Ancak benim eleştirilerim genelde olumsuz eleştiri olsa da olumlu da olabilmekte ve insanların hepsi yahut bu zümrenin hepsi böyledir diye değil, benim hayalimdeki orandan daha fazla insanda bu özellikleri görmemden kaynaklanan bir yaklaşımdır. Biliyorum bu arkadaşlarım için anlaşılmaz bir durum çünkü ben mühendislik okuyorum. Genelde matematik zekâ ile yaklaşan insanların sosyal olayları moda mod algılamaları gerekiyor. Eğer karşılarında ki olayın ayrıntılarına dalıp neden bu böyle derlerse, biliyor ki hayat akıp gitmekte ve üstüne çok daha fazla bilgi ve neden sorusu eklenmiş düşüncelerinin. Bu sebeple pek çok arkadaşım ( genelleme ama bu benim gözlemim, herkes böyle demiyorum ) sadece önlerine konanı tüketen, alıştıklarından farklı bir durumu yadırgayan hatta karşı çıkan, eleştirilerini çıkar çevrelerinden uzak noktalarda ( örneğin okul çıkışı bir dersin hocasını eleştirmek gibi ) çok ağır ve terbiyesizliğe varan boyutlarda yapanlar var. Bu kendilerine bile saygılarının kalmadığının bir göstergesidir.
İnsanlar yukarda anlattığım kapsamda oldukça değişik kendini savunma mekanizmaları geliştirmiş durumda. Örneğin ismi lazım değil bir arkadaşımın ( ! ) bugün bana karşı bu silahı kullanması üzerine ben bu denemeyi yazmaya karar verdim. Silah mekanizması şöyle; kendi yaptığın yanlışı karşındaki ne yık...
Evet, kendileri yanlış yapmakta iken kendilerinin o an yaptığı ve yanlışlığı doğuran eylemi karşısındakinin yaptığını iddia etme durumu günümüzde pek çok insanın kullandığı bir silah. Bu acınacak bir durumu doğuruyor. Birini ortalık yerde teşhir etme ve onu rencide etme hastalığı ne yazık ki hepimizde var. Ben de dikkat etmeye çalışsam da ne yazık ki arada bir bu hataya düşmekteyim. Ancak bu hatayı tüm insanlar yapıyor diye ve mükemmel insan yok diye bunu da eleştirmeyecek değilim.

Başlıkta bahsettiğimiz hoşgörü ve empati (duygudaşlık) sözcüklerini vurgulama vakti geldi sanırım. Şimdi çok geniş manaları olan bu kelimelerin ben bahsederken bazı anlamlarını vurgulayacağım. ( arkadaşlarım bazen de bu konuda beni eleştirmekte geniş manaları olan kelimeleri dar anlamı ile ele alıyormuşum... Oysaki benim vurgulamak istediğim şey orada belirli anlamlar. Ben dar bakmıyorum olaya sadece vurgunun ön plana çıkması gerekliliğini düşünüyorum ) Hoşgörü bir insana her şeyden önce verilmesi gereken değerin karşılığıdır. Bir insanın kendisine verdiği değerle doğru orantılı olan bu derinlik, ne yazık ki dünyamızın genelinde kötüye kullanılmaktadır.
Evet, kötüye kullanılabilir hoşgörü, söz gelimi bir tembel öğrencinin işlerini bir başkasına yıkmasına hoşgörü ile bakılması beklenebilir o öğrencinin sevildiği arkadaşları tarafından. Oysaki o tembel öğrenciyi bu ülke yetiştirmek için kaba bir hesapla yılda 10 bin EURO harcamaktadır(Türkiyede) benzer şekilde bu yetişen (!) öğrenci çalışma hayatında da diğer insanlara yük olmakta sürekli işin kolayına kaçıp hızlı yoldan, en az iş yaparak zengin olmayı planlamaktadır. ( lütfen bu noktada zekâsı olan insanların çok fazla çalışma gerekliliği olmadığından bahsetmeyelim çünkü zekâsı var ise daha çok çalışıp kendini bulunduğu ortamdan daha üst seviyelere getirme şansını boşa harcamış olur tembellikle ) NTV de yayınlanan (10.05.06) tarihli EKO-diyalog adlı programda Deniz Gökçe çok güzel bir örnek vermiştir. ? Türkiye de oldukça değişik sektörlerde dünyaya mal satan şirketler var, çok ilginç bu şirketlerin ne yaptığını bile biz bilmiyoruz. İstanbul' da oturup rakamlara bakıyoruz ama bu kadar paranın buraya nasıl girdiğini bilmiyoruz.? ... ? Türkiyede ki en büyük problem şu; herkes kısa yoldan kimsenin yapmadığı bir iş bulmak ve o sektörede hızlı bir büyüme hedefliyor. Oysaki kalıcı büyüme ve toplum refahı ancak rekabet ve teknoloji geliştirmekle olur...? aşağı yukarı bu sözleri söyleyen Deniz Gökçe oldukça kaliteli bir görüş ortaya koymuştur. Günümüz Türkiye'sinin ve büyük ihtimalle dünyasının fikri ve yaklaşımı budur. İşleri başkalarını yaptırıp kendi kafalarındaki hayatları yaşayanlar oldukça mutludurlar. O kadar işi başkasının üstüne yıktıktan sonra da sizi namaz kılmamakla yahut sosyalist kitaplar okumamakla suçlayabilirler... Fark etmez asıl atladıkları nokta ise kendi ibadetlerinin, kendi işlerinin yahut kendi görüşlerinin varlığı yıkıldıkları insan sayesinde mevcuttur. Özellikle günümüz dünyasına bu tür insanlar hakim olmakta, yönetmektedir. Bunun sebebi ise gerçekten zeki ve güçlü insanları bu noktalarda görmek istemeleridir. Oldukça zekice bir hareket olan ve oltadan sadece düşen yemleri kapan bu akıllı kefaller, aslında yüzsüzlükleri, karaktersizlikleri ve de düşüncesizlikleri ile saygı duyulacak (!) varlıklardır. İşte bu nokta da hoşgörü oldukça kötüye kullanılmaktadır diyebiliyorum. Hoş görerek insanlığa verdiğimiz zarar, sessiz kalarak tepki göstermeyerek ve bu düşünceyi ve yaklaşımı besleyerek çok büyük yanlışlıklar yapıyoruz.
Bu nokta da bir öz eleştiri yerleştirmek mümkün, çünkü zaman zaman benim de bu tür yaklaşımlar yaptığımı beni tanıyanlar söyleyebilir. Bir ölçüde de haklılar. Ne kadar dirensem de, istemesem de ve yaptıklarımdan üzüntü duysam da bu tür yaklaşımlara yakın işler gerçekleştirdiğim oluyor. Ancak savunmam açık, bu sistemin getirilerinin sonucunda bir yorulmuşluğun cevabı olarak bu yaklaşımlara benzer tepkiler ben tarafından sergilenmekte. Sürekli bu tür davranışlara güç sahiplerinin ( yine örneğin bir okulda tembel ve ilgisiz bir öğrenci sırf yılıştığı için iyi bir not alırken diğer derse ilgili ancak kimseye eyvallah'ı olmayan, nerde ne yanlış görüyorsa korkmadan eleştiren öğrencinin hususi düşürülen notlar alması durumu ) destek vermesi ve de onlarla aynı düşünce ile hareket etmesi insanı bazen yıpratıyor. Zaman zaman sessiz kalmayı, zaman zaman itiraz etmemeyi, zaman zaman yanlık yaklaşımlara kaymayı getiriyor. Ne yazık ki insan mükemmel değil. Bunun yanında bu özeleştiriye de karşı eleştiriye de engel değil. Hoşgörünün her türlü görüşe açık olması gerekliliği de buradan gelmektedir.
Derinleştirmek ve incelemek mümkün elbette bu güzel sözcüğü ancak biraz da empatiden bahsetmek istiyorum. Duygudaşlık oldukça zor bir zanaat bunu herkes kabul etmek zorunda ve tamamen duygudaş bir insan bulabilme durumu günümüzde ruh eşi, ruh ikizi gibi isimler alabilmektedir. Ancak ben kişisel olarak bir de insanlık ortak duygudaşlığı ve ortak yaklaşımı olması gerekliliğini düşünüyorum. Sanırım dünyayı yöneten pek çok insanda aynı şeyleri düşünmüş ki yasalar koyup kurallar getirerek insanları ortak bir paydada ve duygudaşlıkta toplamaya çalışmaktadırlar.
Burada renkliliğe ve değişik düşüncelere yer yoktur! İnsan öldürmek yanlış ise, her açıdan yanlıştır. Bir teröristi de idam etmemelisiniz! Ancak bu gereklilikte demokrasinin ilk kurulduğu ve kitap edildiği şekilde değildir. Her geçen gün yasalar ve de kurallar güç odaklarını korumaya yönelmekte, bir diğer yandan da bu tür ortak empatileri eğip bükmektedirler. Çok utanılacak bir durum olmakla beraber, gerçeklenen bu yaşam tarzı günümüz insanına teknoloji ile birlikte sürekli daha hızlı yayılmaktadır.
Eleştirilerin yerini bulması gerektiğine ve ancak eleştirilerek, tartışılarak ilerlemenin, yanlıştan uzaklaşmanın gerçekleşeceğini düşünüyorum. Eleştirileri direkt bizi yok etmeye çalışan yaklaşımlar olarak görmemiz insanın en yabani içgüdüsünün bir dürtüsüdür bence bunun etkilerinin devamlılığı ise medeniyetin ne kadar yavaş ilerlediğinin göstergesidir. Düşünsel gelişimin sosyal zeka olarak hem çok ileri, hem de çok geri olduğunu düşündürmesi gereken bu durum aslında çelişkilerle beraber kurulan bu dünyanın sıkışıp kaldığı bir husus. Allahın ilk baştan beri verdikleri ile savunma ve kendimizi koruma, hayatta kalma açısından iyi olmakla ve iyi gelişmiş olmakla beraber bu onun üstüne hiç bir şey koymadan devam ettirmek ?matbaa gavur icadı kullanmayak? mantığı ile aynıdır.
Bir insana karşı işlendiğin de suç olan bir eylemin, başkasına karşı suç olarak görülmemesinde, o düzeye hükmeden yargının, yasamanın duygudaşlık eksikliğinden kaynaklanmaktadır.
Çevremdeki insanların çoğunun düştüğü yanlış burada şöyle; güç odaklarını, çoğunluğu ya da en kötüsü duygularını, kendi bakış açılarını otorite kabul etmeleri ve onun üzerinden gerçekliği size yıkmaya çalışmaları. Yani ortak bir meclise gelip oturmuşsanız, laf anlattığı iki üç kişiden biri sizseniz, karşınızdakinden otomatikman bir saygı bekliyorsunuz demektir. Dinlenmeyi bekleyen insanlar ise siz onlar görüşlerini aktardıktan sonra kendi görüşünüzü aktardığınızda yukarda bahsettiğimiz silahı kullanıp sizi yaralamaktadırlar.
Bu kadar kolay bir mantığı bile çarpıtabilen insanoğlunun bu yaklaşımı beni oldukça üzmekte ve yaralamaktadır. Karşındakinden seni dinlemesini beklemiyorsan, oradan gelecek eleştirileri dinlemeye bile katlanamayacaksan, neden oradasın? Neden karşındakini sabit fikirlilikle ve hoşgörüsüzlükle suçluyorsun? Neden karşındakine sabır ve saygı gösteremeyecek kadar tahammülsüzsün?
İşte bu noktada başa dönüyoruz ve aslında daha çok konuşmak istediğim bu konuya şimdilik bir son veriyoruz. En başta da aktardığımız gibi insanoğlu kabul etse de, etmese de hoşuna gitse de, gitmese de tartışarak, görüş paylaşarak ilerler. Saygı ve hoşgörü gerekliliği vardır. Empati eksikliği bu durumu oldukça zor ve geri dönülemez reaksiyonlara sokar. Ortak bir payda da toplanılan insanları istediği kalıplara sokmak ve onları konuş denildiğinde konuşacak, sus dendiğinde susacak, istenildiği gibi kullanılabilecek hale getirmek eminim her vicdansızın ve de düşüncesizin hayalidir. Özgürlük isterken karşısındaki ne özgürlük veremeyen, bırakın tamamen serbestçe konuşmayı karşısında tüketilen oksijeni bile kesmek isteyen mantıklar, yönetici kesimlerce ve onlarında arkasındaki güçlerce desteklenmektedir. Bu güç odaklarının bu sistemde çalışması aslında basittir. Entropi kaybı onların doyum noktasıdır. Sistemin içinde kalanlar onları besleyecek nitelikte değildir ancak sistemden taşanlar onlara yarar, bu sebeple de entropi kaybını sağlayacak yönetimler ve yaklaşımlar beslenir yetiştirilir. 20 yıl önce her gün televizyonlarda başka bir savaş, aksiyon filmi izliyorduk, şimdilerde ise çocuklarımız peri, cadı, büyücü yapılmaya çalışılıyor. Bunların tesadüf ve ya masum yaklaşımlar olduğunu savunanların akıl kapasiteleri hakkında yorum yapmak istemiyorum ancak yanlış olduğunu söylemeye bile gerek olmadığını düşünüyorum. Saygı evrensel olmalıdır. Bir insanı eleştirirken hak etmediği itamlar da bulunmak yahut onu rencide etmeye yönelik yaklaşımlarda bulunmak aslında bu recim'i yapan kişinin kendi acizliğini, vasıfsızlığını ve güçsüzlüğünü göstermesi gerekirken popüler kültür vasıtası ve medya desteği ile ( güç odakları ) doğru bir şeymiş gibi gösterilebilmektedir. Karşımızdaki insanın düşüncesini dinleyecek kadar dahi sabır gösterememe durumu düşüncenin birikimi, kirlenmesi, kirliliğin eyleme ve terörizme dönüşmesini doğurur. Tahammülsüzlük, sabırsızlık, hoşgörüsüzlük, düşüncesizlikle beslenen ve her gün daha da olağan gelen bu davranışlar, geri dönülemesin diye teslimiyetçilik ve aşırı yük bindirme ile besleniyor.

Bu yazıyı uzatmak inanın benim için çok kolay ancak biliyorum ki bu yazıyı okuyanlar bile çoktan ?biz biliyok? bunları diyip kapattılar sayfayı. O yüzden başka ufak bir dozda tekrarını dileyerek sonlandırıyorum...

28 Mart 2009 13-14 dakika 5 denemesi var.
Yorumlar