Hüsran ve Aşk

Yalnızlık büyüdükçe Aşk çocuk kalırmış...

Solda hasret,
Sağda gurur,
Ortada sen.

Yalan olmuş bir ömürden size bakıyorum...

Yeşerttiğime seviniyor çocuklar,
Çürüttüğüme üzülüyor kuşlar.

Kime doğuyor gece,
Kimler yoluyor saçlarımızı...
Senden geçip yine sana dönerken,
Kimler kırıyor parmaklarımızı,
Sayamıyorum...

"Adımı fısıldama, çünkü her fısıltı kazınır aklıma, unutamam..." demiştin. Kulağıma fısıldadığın ilk er ve dinç söylemdi. Nedeni pek de bilinmemekle birlikte, masumiyet bazen de tutkuda ağlar. Oysa biz daha o gün masumiyeti gözyaşlarımızla gülümsetmiştik.

Ayağıma bastığın 29 Nisan ilk tanığımızdı aşka an be an... Gözlerin güneşin rengi, gözlerin bal. Gözlerin, kalbime beklenmedik dokunuş ve gözlerin dikiz aynasında kalan. Usulca geçiverdi ellerin saçlarımdan. Bedenim değildi aklıma takılan. O vakit, gözlerinin siyah saçlarına kontrasını düşünüyordum. Ne müthiş bir tezattı, karanlıktan aydınlığa düşer gibi... Ve ben tezatlarını seviyordum.

Sen giderdin, dudakların kalırdı boynumda. Ya da ben susmak gereken anları umursamazdım. Sen öptükçe konuşurdum ve sen bir daha öperdin yeniden... Aslında sen de ben gibiydin. Mesela, yağmurda araba kullanmayı sevmezdin ama bana hep yağmurlu günde gelirdin. Hatta büyük ciddiyetinde dahi yaramaz çocuk gülüşlerin vardı.

06 Temmuz... Doğum gününe gelmemi bu kadar çok istediğini bilmiyordum. Hatırlıyorum, beraber kutlarız demiştim. Belki hala inanmayacaksın ama o gece sevgim çocuklara daha ağır basmıştı ve ben çocukları yalnız bırakamamıştım. Ama sen de hiç ısrar etmemiştin, keşke anlayışsız olsaydın ve ben üç ay sonra yüzündeki o hüznü görmeseydim. Şimdi düşünüyorum da, o geceyle ilgili küçük planını bilseydim bir şey değişir miydi... Elbette hayır ama bu seni sevmediğim anlamına gelmezdi ki...

Birçok aşk "yanlış anlaşılmaya" dahil ve bir o kadar dışarıdır.

Bak, sen bunu bilmezsin ; şiirimi beğendiğin zamanlar kendimi değil, dizelerimi ceketinin sol tarafına yani kalbinin tam üstüne saklamanı severdim. İlk okuduğun mısra ; sen, ben ve bu gece'ydi...Siyah kazağına yer vermeden bulamazdım imgelerimi. Şiire benim kadar sevdalı değildin. Belki de sen, aşk kelimelerimi değil sadece bir kadının sana şiir yazmasını sevmiştin.

Sana hiç söylemedim ama bir gün kitapları karıştırdım. "İnsanlar giyimde neden siyahı tercih eder" merak etmiştim. Siyah düz bir renk değildi. Ağır ve baskın yanıyla bir tercihti. Kişi karakterinin baskınlığını böyle ifade edermiş.

Bir süre hiç sıkılmadan ve üşenmeden kendi burcumdan önce senin burcunu okudum. Bazen şaşırırdın sezgilerime ve ben Mars'tan Venüs'ten yardım aldığımı söylemezdim. Söylersem, beni ciddiye alma ihtimalin yok gibiydi. Özellikle de klasik erkek mantığında sana saçma gelebilirdi. Tamam inanmayabilirsin ama hayır yanılıyorsun, çünkü bak Venüs yaklaşık iki yıl yanında oldu, ömrümüzün diğer yarısı Mars'ın egemenliğinde sıkıştı.

Ne tuhaf, hala iddialaşıyorum seninle. Ve sen "tamam tamam" diye sarılıyorsun tüm bedenime. Aklın sıra iddiamdan vazgeçireceksin, geçiriyorsun da...

Kısacası, öğrenmiştin beni. Ne zaman sarılsan tüm inatlarım eriyordu kollarında. Arzularımın koynunda terk ediyordum acıya dair ne varsa. Ve sen, kızgınlığımı ılık nefesinle ısıtıyordun yavaş yavaş. Sonra hızlıca dalıyordun yalnızlığıma...

Uzun sohbetlerimizi kısacık ziyaretinde beslerdik. Kahveni her getirişimde ellerim neden titrerdi ve yüzün neden ışıldardı bilmezdim. Ama bilinmezi neden sevdiğimi bilirdim. Çünkü sen yanımdaydın ve tüm teorilerin canı cehenneme olmalıydı.

Demiştim sana ;
Arşivlenmek istemediğimi, tozlu rafların beni nasıl öldüreceğini. Dinlememişsin...

Duydum, adım geçince sohbetlerde pencerene dönüyor ve gözlerini ufka dikiyormuşsun. Bense ismini sürekli trenlere, sokaklara, yağmura ve tüm Nisan'lara yazıyordum. Çünkü bendeki sana ufuk yetmiyordu...

Ta ki o gelinceye kadar! Ta ki o, ruhumdaki kadını değil insanı sevinceye kadar!

Şimdi adın Hüsran, adı Aşk...

07 Nisan 2009 3-4 dakika 8 denemesi var.
Yorumlar