İçimdeki Sessizlik
İçimde bir sessizlik var; konuşmadıkça büyüyen, sustukça yerleşen bir sessizlik. Herkesin sandığı gibi huzurlu değil. Aksine, kalabalıkların ortasında bile insanı tek başına bırakan cinsten. Gürültünün içinde saklanan, kimsenin fark etmediği ama sahibini her an takip eden bir sessizlik bu. Bazen gecenin en derin saatlerinde yankılanıyor, bazen gündüzün ortasında, gülüşlerin arasına sızıyor. Ne zaman sustuğumu hatırlamıyorum; sadece suskunluğun beni ne kadar zamandır taşıdığını biliyorum.
Bu sessizlik, söyleyemediklerimden yapılmış. Yarım kalan cümleler, boğazımda düğümlenen kelimeler, yanlış anlaşılmaktan korktuğum için yutkunup içime attıklarım… Her biri içimde bir yere bırakılmış, üstü örtülmüş. Zamanla o örtüler kalınlaşmış, kelimeler nefes alamaz olmuş. Konuşsaydım belki hafifleyecektim; ama sustukça sessizlik konuşmayı öğrenmiş. Şimdi o anlatıyor, ben dinliyorum.
İçimdeki sessizlik bazen ağır bir yorgunluk gibi çöküyor omuzlarıma. Kimseyle paylaşamadığım bir yük bu. “İyiyim” demeyi öğrendim; çünkü açıklamak uzun, anlamak zor, anlatmak yorucu. İnsan her şeyi anlatmak zorunda değil belki ama her şeyi içine atmak da insanı yavaş yavaş içinden eksiltiyor. İşte o eksilen yerlerde sessizlik çoğalıyor. Boşlukları dolduruyor, ama iyileştirmiyor.
En çok da anlaşılmadığımı hissettiğimde derinleşiyor bu sessizlik. Yanımda insanlar varken bile kendime uzak olduğum anlarda… Gözlerim anlatmaya çalışıyor, ama herkes duymak istediğini görüyor. Oysa içimde anlatılmayı bekleyen bambaşka bir hikâye var. Ne dramatik ne de gösterişli; sadece gerçek. Gerçek olduğu için de ağır. Sessizlik, bu gerçeğin sığınağı gibi. Orada saklıyorum kendimi, orada korunuyorum sandığım bir yalnızlıkla.
Bazen düşünüyorum: Eğer içimdeki sessizlik konuşabilseydi, neler söylerdi? Belki kırıldığım yerleri, belki vazgeçtiğim anları… Belki de en çok, güçlü görünmek zorunda kaldığım zamanları anlatırdı. Çünkü herkes güçlü duruşumu gördü, ama o duruşun arkasındaki titremeyi kimse fark etmedi. Sessizlik fark etti. O yüzden bana en yakın olan da o oldu.
Yine de bu sessizliğin içinde bir direnç var. Tamamen karanlık değil. Suskunluğum bir kaçış değil sadece; bazen kendimi toparlama şeklim. Herkesin gürültüyle savrulduğu yerde, ben içime çekilip ayakta kalmayı öğrendim. Konuşmadan da var olunabildiğini, anlatmadan da hissedilebildiğini… Ama bu bir bedelle geldi. İçimdeki sessizlik büyüdükçe, sesim dışarıda kısıldı.
Belki bir gün bu sessizliği bölmeyi öğreneceğim. Hepsini bir anda değil; parça parça, usulca. Çünkü bazı sessizlikler bağırarak değil, fısıldayarak çözülür. Şimdilik içimde duruyor. Bana kim olduğumu hatırlatan, neleri taşıdığımı gösteren bir iz gibi. Herkes gürültüye alışmışken, ben içimdeki sessizliği tanımayı öğrendim. Kolay olmadı. Ama gerçek olan hiçbir şey kolay gelmiyor zaten.
