İçimden Geçen/ler

Yüreğimden geçip, damlayan duygularımı,
Birkaç kelam'la kalem'ledim...

Yüreğimden dökülenler buğulandı,
Buğulu cama batırdım kalemimi, karalamaya başlıyorum... Yazdıklarım görünmüyor, su gibi berrak, su kadar soğuk, su kadar saf...Ancak ikimizin görebileceği bir yere yazıyorum. Tek yüreğimize...

Zaman giriyor aramızda, şimdi en büyük düşmanım... Zaman geçince ne olur? Büyürüz, Yaşlanırız, Ağlar ve Ölürüz... Sen varken ölüm'ü düşünmüyorum bile, kaçıyorum hatta, önceleri umursamazdım, şimdi kendime daha iyi bakıyorum. Daha önce sıradan gelen şeyler, şimdi önem kazandı. Ben seninle Yaşadığım kadar yaşamak istiyorum.

Yaşamayı beceremiyorum ben aslında. Ya çok yanıyorum ya da çok üşüyorum... Her tutunmaya çalıştığımda, bütün hızla merdivenlerin en tepesine çıktığımda ya da bir uçurumdan tam düşerken en aşağıdan en tepeye tırmandığımda her şey sil baştan oluyor... Tırmanmakla geçen hayatıma serin, ferah, dinlendirici ve huzurlu bir cennet arıyordum... Yorgundum çok fazla, Hiç de dinlenemeyecekmişim gibiydim. Dinleniyor muydum? Öylesine mi yaşıyordum...Yas'larla, Yaşlar'la, ıslak yastığımda sabahlıyordum her gece. Bitmeyen bir yas'ım vardı, hangi yaşıma gelirsem geleyim, hep o yaş'taydım... Hep Yaş'lıydım...
Acı'lar bile önemli değildi artık, yalnızca arada çıkan kıvılcım kadar umutlar yoruyordu en çok. Alışkın değildim çünkü umut etmeye, çünkü hep Umutsuzdum! Umut olmayınca, düşünecek , hayal edecek bir şey de olmuyordu. Ve boşa yorulmuyordum. Ama arada çıkan kıvılcım yakıyordu en derinime kadar. Tepeden, tırnağa Yalnızlığıma, bir de bu yanıklarım ekleniyordu. Yanık mıydım ben? Yoksa yarıklarım mı vardı? Yaralarımın yaptığı yarıklar vardı evet, saklayamayacak kadar çoktular, zaten saklamazdım ki, saklayınca aklanmaz hiçbir şey. Temizlenince aklanır, temizleyecek bir yer yoktu.

Zaman ölüm gibi bir şeydi, elbet geliyor, geçiyor ve gidiyordu.Yan'ımdan geçişlerin kalıyor aklımda hep. Sen yanıma geliyordun, ben kendimden gidiyordum. Sen yanımda oluyordun, ben uzaklarda, Ruhum dans ediyordu bedeninle. Ölünce eski Türk filmlerinde aşıklar gökyüzüne uçar ya, öyle oluyorduk işte. Ruh'larımız hep gökyüzünde el ele bulutların arasında salınca kurmuş sallanıyorlardı. Ben böyle oluyordum...

Sen gidince başım dönüyordu, Sen gidince kendime gelemiyordum... Sen benden geçiyordun, ben kendimden geçiyordum. İkimiz de benden geçiyorduk... Geçemediğim, geçmediğim Yalnızca Sen'din... Sen hep içimden geçiyordun... Kalıyordun... Misafir değildin ki bu yürekte, kalmaya gelmiştin... Ben kapımı aralarken sana, korkmadan içeri aldım seni... Artık gelip geçici bir misafir değildin.

İçimdekiler fay hattı tehlikeli... Kırgınım faylar kadar... Ve fay hattının kırdığı kadar toprağım..
Toprağım....
Toprağım....
Toprağım....

(Altı Mart İki Bin On Bir - 7:00)

23 Mart 2012 2-3 dakika 94 denemesi var.
Beğenenler (1)
Yorumlar