İnsanca Yaşama Hayali

İnsanca Yaşama Hayali

İNSANCA YAŞAMA HAYALİ.( FARELER VE İNSANLAR KİTABINA FARKLI VE İLK KEZ GENİŞ KAPSAMLI ELEŞTİREL BAKIŞ)
Söylesenize neydi şimdi bu!
Yaşama kavgası mı yoksa insan kalabilme davası mı? Kum fırtınalarında
savrulurken umutlar hayallerin bile vurulduğu bir ölüm coğrafyası mı? Bir
şeyler yitikti bu coğrafyada yaşananlarsa insan olmanın, insanca yaşamanın çok
uzağında...
Bazı kitaplar vardır bizi derinden etkiler ve soğuk bir gerçekliğin içine
hapseder, sarsar ve de kendimize getirir. Yaşamı, insanı, insanın doğasını
sorgulatır. 1937’de yayımlanan ve mevsimlik iki tarım işçisininin dramını
anlatan bu kısa roman (novella) da tıpkı böyledir. Kitabı daha iyi analiz
edebilmem için yazarın diğer kitaplarını hatta biyografisini de inceledim ve bu
romanla ilgili herhangi bir eleştiriye neredeyse hiç rastlamadım. Yeni bir
inceleme yazılacaksa eğer farklı bir bakış açısıyla yazılmalı diye düşünerek bu
yazıyı yazmaya karar verdim. Çoğu incelemede dönemin sosyal ve tarihi
koşullarına pek fazla değinilmemişti oysa ele alınan bir romanı yazıldığı
dönemin şartları, çatışmaları, siyasi, sosyal ve de kültürel çerçevesi içerisinde
değerlendirmek gerekir. İlk önce tarihsel empati kurmaya çalıştım. İşini, evini
kaybeden yoksul insanlar ve de yitik nesiller…
Sahi emek neydi?
Bu insanlar evrende kendini konumlandıramamış olup hedefsiz, evsiz,
aidiyetsiz ve de yalnızdı. Yazar bizi tüm bu farkındalıklarla buluşturmak
istemişti anlaşılan. Farkındalık fark etmekle başlar. Toplumsal duyarlılığa sahip
değilsek bırakın çevremizi, burnumuzun dibindekileri dahi göremeyiz. Bu gibi
romanlar bundan değerlidir işte sosyal meselelere parmak basarak sorunların
çözümünde ilk adım olan farkındalık kazanmamızı sağlarlar. Ayrıca büyük
tarihsel dönüşümleri anlamamıza da yine yardımcı olurlar. Kitabın ana temasına
gelecek olursak günümüzün de ana teması olan yalnızlıktır. O dönemde
ekonomik ve ekolojik krizler önemli rol oynuyordu. Pandemi sürecinin halen
devam ettiği günümüzde bu eserin daha da değer kazandığını düşünüyorum
çünkü -yeni bir buhran mı kapıda - sorusu dünya gündemine düştü bile çoktan.
Dilerim ki geçmişin acılarından ve de hatalarından ders alınır da insanlar yine
aynı acıları çekmek zorunda kalmazlar. Konusunu bu bağlamda faydalı buldum.
Bana göre ikinci alt tema ise hayallerdir. Romanı dilsel açıdan değerlendirecek
olursam eğer akıcı bulmakla birlikte sembol ve betimlemelerin yerinde
kullanılmasına rağmen edebî bulamadım çünkü yazar argo kelimeler de
kullanmıştı. Kahramanların sıradan karakterler olduğunu ve dönemin
koşullarını göz önünde bulunduracak olursak yazarın neden böyle bir üsluba
yer verildiğini çok daha iyi anlayabiliriz. Görebildiğim kadarıyla yazar
karakterlerini kaleme alırken onları olduğu gibi aktarmak istemişti çünkü
yazarın kendini doğrulamak gibi bir kaygısı yoktu bu nedenle de gerçekçi ve
toplumcu bir yazardı. Eserlerinde duygusallıkla gerçekçiliğin dengesini ise
oldukça iyi ayarlamıştır. Kitabın sahip olduğu bu iyi özelliklerine rağmen çok da
iyi anlaşıldığını söyleyemem zira bu durum ünlü romanların kaderidir. İnsanlar
bu tür romanlar hakkında genelde benzer algılara sahiptirler. O hâlde yazma
amacıma sadık kalıp değinilmemiş noktalara dikkat çekmek isterim. Romanın
ilk sayfalarında heykelleri andıran tavşanlardan bahsedilmişti
‘’kumda oturan tavşanlar küçük gri taş heykelleri andırıyordu.’’Heykel tasviri
dikkatimi çekti çünkü heykellerin hayalleri olmaz, olamaz ve kolay yıkılırlar.
1
Yazar burada beyaz tavşan simgesini heykelleştirmekle o bembeyaz masum
hayallerin de bir gün yıkılacağına mı işaret etmişti?
Yazar romanına bu tür semboller koyarak romanın sonu için ipucu mu vermek
istemişti? Böyle düşünmemin bir nedeni de Candy’nin köpeğinin başına
gelenlerdir çünkü köpek yaşlanmıştı, işe yaramıyordu ve insanlara bağımlıydı
hatta Lennie gibi o da sorunlara neden oluyordu ve sonunda öldürüldü.
Lennie’nin sonu da aynı olacaktı ve romanın sonu için bu da yine bir ipucudur.
Kafamda o anda yalnızlık ve yanlışlık kavramları şekillenmeye başladı.
Onlardaki bu zaafların nedeni yaşadıkları o derin yalnızlıkları mıydı?
‘’Patika boyunca biri önde, biri arkada yürümüştü’’ bu cümle üzerinde hiç
durulmamış olsa da ayrımcılığa vurgu yapıldığı için üzerinde durmak istedim.
Düşünsenize onlar iki iyi dosttur ama George sürekli olarak Lennie’nin önünde
yürür ve ona istediğini yaptırır. Romanda ayrımcılığı asıl simgeleyen karakter
ise Crooks karakteriydi çünkü o ten renginden ötürü ‘’ötekiydi’’ ve beyazlarla
aynı yatakhanede kalması yasaklanmıştı.
Crooks karakteri bana ‘’bülbülü öldürmek’’adlı romanı anımsattı. Onun
George ve Lennie’yi hayallerinin gerçekleşmeyeceği noktasında uyarmış olması
ise okuyan bir bilince sahip olduğunu gösterir ve de haklı çıkmıştır.
Yazar isimsiz kadın tasviriyle başka bir ayrımcılığa daha dikkat çekmiştir
cinsiyet ayrımcılığına. Kadın figürünün neden bir adı yok hiç düşündünüz mü?
Çünkü o dönem Amerikasında kadınlar erkeklerin mülkü olarak görülüyordu.
O aslında döneminin yeni kadın profilidir. Nedir bu kadın profili? Cinselliği ön
planda tutan, hazırcevap, pervasız, kendine güvenen, özgür ruhlu; tırnakları
ojeli, saçları yapılı, makyajlı vb. Tüm bu özellikleri Curley’nin karısında net bir
şekilde görebiliyoruz. Dönem özelliklerini bilmeyenler kadının yaptıklarını
flörtleşme olarak yorumlamışlar oysaki kadının tüm bu davranışları döneminin
yansımasından başka bir şey değildir. Curley’nin karısının, Lennie ile yaptığı son
konuşmasında ona ne söylediğini anımsayalım: ‘’bunlar beni ne zannediyorlar
‘’demiş ve tepki göstermişti. O dönem Hollywood Filmlerinde de görüyoruz bu
durumu.
Roman boyunca kötülenen kadın sonunda öldürülerek cezalandırılıyordu.
30’ların toplum yaşamında kıskançlık cinayetleri de çoktu. Curley’nin kavgacı
karakterini düşündüğümüzde çiftlik çalışanlarının Curley’nin karısını
gördüklerinde neden kaçacak delik aradıklarını anlayabiliyoruz. Curley’nin
karısı işte bu nedenle daha da yalnızlaştı ve farkında bile olmadan önemli ve işin
içinden çıkılmaz sorunlara yol açtı.
Şimdi de ana karakterlere gelelim ana karakterleri analiz etmeyi sona bıraktım
çünkü beni en çok etkileyen ‘’Lennie’’karakteri oldu dolayısıyla üzerinde
konuşulacak ve yazılacak çok şey vardı. Lennie bana ‘’Yeşil yol ‘’filmindeki
karakteri anımsattı. Romanı okuduktan sonra bu filmi de izlemenizi öneririm.
Lennie karakteri beni neden bu kadar çok etkilemişti? İnsanların farklılıkları
anlayamayıp, anlayamadıkları için de onları suçlaması ve de dışlaması oldum
olası rahatsız etmiştir beni. Lennie aslında ayrımcılık konusunda sadece bir
semboldür. Lennie’nin şahsında ezilen tüm insanlaradır bu hassasiyetim.
Kitaptaki dostluk kavramına ise takıldım bu konuyu biraz daha açmalıyım.
İncelemelerin hemen hepsinde Lennie ve George arasında mükemmel bir
dostluk olduğu yazılıdır ama dikkat ediniz şartlar değişince dostluk da değişti.
2
Bu da yazarın yansıtmaya çalıştığı ya da yeterince yansıtmadığını düşündüğüm
dostluk kavramını sorgulattı bana. Koşullar değişince dostluklar da mı değişir
sizce? Lennie dostunun başını sürekli olarak belaya sokuyordu ve demek ki
yaşanan son olayla George ondan umudunu büsbütün kesmişti. Acımasızlık o
dönemin yeniyi temsil eden insanlarının karakteristik özelliğidir. Yazarın
eserlerini incelediğinizde dostluk kavramına değer verdiğini görürüz. O halde
George karakteri dostunu niye öldürdü? Diyeceksiniz ki buna mecburdu zalim
patronu tarafından acı çekerek öldürülmesindense onu herkesten önce bulup
kendi elleriyle öldürmeyi tercih etti. Siz olsaydınız öldürür müydünüz, başka bir
yolu yok muydu bunun? Hayır öldürmezdim diyenler bilin ki o dönem için
olağan bir durumdur bu tıpkı yaşlı köpeğin öldürülmesi gibi. Olaylara bugünün
bakış açısıyla bakarsak onları anlayamayız. Demek ki o da en doğrusunun bu
olduğunu düşünmüştü.
‘’İnsanlar gaddar eylemlerinin sonuçlarını tam olarak kavrayamadıkları sürece
birbirlerini ezebilirler, üzebilirler hatta öldürebilirdiler.’’
Aralarındaki dostluğa farklı bir açıdan daha bakalım. Lennie unutkan
olduğundan işe girmeleri için gerekli olan çalışma karnesini George muhafaza
ediyordu. Sürekli yer değiştiriyorlar ve düşük ücret alıyorlardı ve ikisi de
aslında yaşama mücadelesi veriyordu. George soruyorum size fizik gücü yüksek
iki kişilik iş yapan, üstelik de kendisini koşulsuz seven sadık ve de itaatkâr, kalbi
temiz birini niye yanında istemesin. İster çünkü zeki adam. Kendindeki akıl
gücünü ondaki fiziki güçle birleştirirse ayakta kalabilirlerdi ancak, bu düşünce
aslında gayet de mantıklı gözüküyor. Belki de göründüğü kadar özgüvenli biri de
değildi. Her şey yolunda gidiyordu ta ki Lennie kontrol edemediği o gücü
sayesinde bütün planları altüst edene kadar.
Kitabın ismine ilham veren şiir geldi aklıma. ‘’En iyi planları farelerin ve
insanların sıkça ters gider...’’ Dünyaya bir an için farelerin gözünden bakacağım
hiç aklıma gelmezdi. George aklı simgeliyordu evet ama düşündüm de o
dönemde onlar için ne akıl yetiyordu tek başına hayatta kalmaya ne de fiziki
güç. Lennie geleneği ve de maneviyatı temsil ettiğine göre Lennie’nin ölmesi
maneviyatın ve de beden gücünün ölümü manasına mı geliyordu? Ayrıca George
kendini bu kadar yalnız hissetmeseydi Lennie’ye:’’kuyruğumda seni taşımasam
çok daha rahat ve güzel bir hayatım olurdu’’ dediği hâlde neden ondan
kopamıyordu?
Cemil Meriç’in güzel bir sözü vardır:’’yalnızlık, yalnız kalamamaktır.’’
George yalnızlığını sadık bir dostla tamamlamıştı ama ne yazık ki erdem denen
şey o dönemde sadece bir ütopyaydı çünkü o şaşırtan dostluk dönemin
koşullarına acımasızca yenildi. Lennie karakterinin yumuşak şeylere olan
zaafına ne demeli peki. Bu durum kendini onlarla özdeşleştirmesinden
kaynaklanıyor olabilir miydi? Ölü fareyi neden sever insan? Gücünü kontrol
edememesi ve sert sevmesi ezilen birinin kendisinden daha zayıf bir varlığı ezme
psikolojisi olabilir mi? Yumuşak hayvanları sert sevmesi de garip bir paradoks
üstelik. O dönemin yapısının insan psikolojisini bozmayacağını düşünmek hiç de
mantıklı gelmiyor bana.
Lennie karakterinin gerçek bir karakter olduğu, gerçekte de birini öldürüp akıl
hastanesine yattığı bilgisine ulaşınca bu tezime daha da inanır oldum ve bu
bilgiyi de kaynakçaya hemen ekledim. Üstelik yazar bu gerçek karakterle
birlikte çalışmıştır.
3
Düşünsenize bir insan birlikte çalıştığı bir karakteri yazarken kendi
duygularını ve de karakterini göz ardı edebilir mi? İstese de edemez. İşte bu
yüzden de George karakterinin yazarın kişiliğinden izler taşıdığını ve onu
yansıttığını düşünüyorum yazarın biyografisi de aslında bunu doğruluyor.
Romanını bu kadar samimi yazmasının nedenini aynı işi yapmasına ve onlarla
birlikte çalışmasına bağlıyorum. Sonuçta yaşadıklarını, gördüklerini yani
gerçekleri yazmış.
Edebiyatın şifalı gücüyle acılarını sağaltmak mı istemişti acaba?
Yazarın biz okurlara duyguyu en iyi şekilde geçirdiği karakter ise bana göre
Lennie karakteridir. George’un Lennie’ye iş görüşmesinde konuşmamasını
söylemesi ise aslında toplumun zihinsel engellilere olan yaklaşımını bildiğini
gösterir. Lennie karakteri aynı zamanda insanlara karşı ön yargılardan uzak
durmamızın da dersidir çünkü görünüş aldatıcıdır.
Yazar analizime gelecek olursam köpeğin ve de Lennie’nin öldürülme nedeni,
yöntemi hatta kullanılan silahın markası bile aynıdır. Silahın markasından da
anlayacağımız üzere John Steinbeck totaliter sistemlere vurgu yapmıştır. Bu da
onun cesur yapısını gösterir. İnsanlığa mal olmuş eserler eleştirilemez mantığını
doğru bulmuyorum. Unutmayın ki eleştirilmeyen roman anlaşılamayan
romandır. Yazarın kadın ve dostluk kavramlarının içini dolduramadığını ve de
psikolojik derinliği veremediğini düşünüyorum. Böyle düşünmemin bir nedeni
ise ‘’Gazap üzümleri’’ romanındaki kadın algısı ve kadına biçilen değerle bu
romanındaki kadın algısı arasındaki tutarsızlıktır. Halbuki her ikisi de hemen
hemen aynı dönemde yazılmış ve benzer konuları işlemişti. ‘’Gazap üzümleri’’
romanını gerek içerik gerekse dil olarak daha derin buldum özellikle de yoksul
insanların dayanışması çok etkiledi beni. Bu iki roman birbirinin tamamlayıcısı
gibidir aslında ‘’Fareler ve insanlar’’o dönemde var olanı olduğu gibi görüp
anlatırken ‘’Gazap üzümleri’’daha ziyade olması gerekeni anlatır. Bu romandan
dersler çıkarmalıyız, Gazap üzümlerini ise o insanların yaşamından ilham almak
için okumalıyız.
İnsanları dışlamakla aslında en büyük kötülüğü geleceğimize yaptığımızı
unuttuk bu insanları sevgisizlik ve de yalnızlığa mahkum edip suça ittik. Bende
iz bırakan roman cümleleri ise şunlar oldu:
Lennie’ye döndüm: ‘’Atla suya dedim’’Atladı. Hiç yüzme bilmiyordu. Biz onu
çıkarana dek neredeyse boğuluyordu. Onu çekip sudan çıkardım diye bana öyle
minnet duydu ki “atla!” diyenin ben olduğumu hepten unutmuştu. İşte…
Onunla bir daha asla dalga geçmedim. (Sayfa 50)
Elimden geleni yaptım hep iyi olmaya çalıştım. Ama olmadı işte.(sayfa 119)
Bu cümleler o dönemin bana göre en net resmi ve de sosyal sesidir. Amerikan
rüyası da böylece sona ermiştir.
Sonuç olarak insanlar ayrımcı ve zalim olmayı seçmişti ama adil bir toplum
düzenini de seçebilirlerdi. Günümüz dünyasında artık bir şeylerin değişmesi
gerekiyor çünkü gaddarlık ve ayrımlar insanlığa hiçbir zaman huzur
getirmemiştir ve de getirmeyecektir. Romandaki gerçeklik bizi hüzünlü bir sonla
buluşturmuş olsa da beynimizin damağında kalıcı bir iz ve de lezzet bırakıyor.
Bu roman mutlaka okunmalıdır ama yazarın diğer eserleri, biyografisi ile
birlikte. Romandan çıkarılacak net sonuç insanca yaşamak için insanca bir
toplum düzeni gerekir oysa o dönemde insanca yaşamak sadece bir hayaldi.
4
KAYNAKÇA:
1-seyler.eksisozluk.com/1930larda-amerikada-meydana-gelen-iklimsel-fel
aket-dust-bowl
2-fikirturu.com/ekonomi/büyük-buhranda-ne-yasandi-bir-benzeri-kapida
-mi/
3-listelist.com/buyuk-buhran-sosyal-hayata-etkisi/
4-Steinbeck J. Gazap üzümleri. (Çev.. Belkıs Çorakçı Dişbudak.) İstanbul: Sel
Yayıncılık, 2017
5-kitapeki.com/bir-alt-metin-olarak-fareler-ve-insanlardaki-emek-somur
usu/
6-oggito.com/icerikler/kusurlu-deha-john-steinbeck/63612
7-Lee H. Bülbülü Öldürmek. (Çev. Ülker İnce) .İstanbul: Epsilon yay. 2020
5

10 Nisan 2022 12-13 dakika 13 denemesi var.
Beğenenler (4)
Yorumlar