İpi Kopmuş Uçurtmalar

Gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklenince diğerleri de yanlış gider derler ya, bilmem ki kaçıncı düğmedeyim şu an. İlk yanlışı sen ilikledin ayrılırken ve ben giyinmeden önceki son dokunuşta son öpücükte kaldım, çünkü son doğrumdu onlar. Vazgeçmişliğimi görüp akıl veriyor bazıları, bir tanesi hep 'büyük sıçrayışı yapacak olanlar önce birkaç adım geriye gitmek zorundadır' diyor. Dostlarım bana tur bindirmişken hayat denen yarışta daha kaç koşar adım gitmem gerek geriye söylemiyorlar.

Yanlış düğmeleri çözüp son doğrumdan devam etmek istiyorum hayata...

Uyumadan önce dua ediyorum; 'ne olur' diyorum 'ne olur, eski hayatımın bir köşesinden döneyim geçmişe, geçmişimi gerçek gibi yaşayayım düşümde ya da uyandığımda geçmiş yıllardan bir sabahta uyanayım', kapkaranlık bir gece geçiyor ardından, bırak geçmişte uyanmayı geçmişe ait tatlı bir anı bile göremiyorum düşümde.

Eski hayatımın hiç bir kısmı kabul etmiyor beni...
Gerçektende o kadar kirlendim mi, geçmişim bile tekrar istemiyor mu beni?
Merak ediyorum, sadece ben miyim suçlu olan?
Kaçımız hayata karşı masumdu ya da başkalarına karşı?
Kaçımız çifte sevgilerde önce ben demedi?

Herkes bazen geçmişe dönmek ister ama yeniden yaşayabilmek mümkün olsaydı geçmişi, nereden ve nasıl başlardık geri? Ya da geçmişimizin hangi kısmı kabul ederdi bizi?

Ülkeler şehirler semtler okullar sokaklar aileler aşklar ve arkadaşlar diye sıralayacak olursak, en çok hangisine yakışı kalırdı bu günkü halimiz, gömleğin hangi düğmesinden öncesi kucaklardı bizi? Rekabet dolu iş ortamları, şehvet dolu öpücükler ya da yarım kalan aşklar, arkadaşlıklar... Hangisi bizi kabul ederdi maziye?

Bence oyun peşinde koşturup ter döktüğümüz, çocukça gülüşler bıraktığımız sokaklar kabul ederdi bizi. Çünkü hayatta tek masum olduğumuz anlarımız onlardı. Birde annemiz, bizi her halimizle ve karşılıksız sevecek tek kişi, tüm günahlarımıza rağmen kucaklardı bizi. Bir tek onun yanında yemek yerdik gök kuşağını unutmadan, sokaklarda koşarken derinleşir, düşüp kanarken çoğalırdık duygulara... İpi kopmuş uçurtmalar gibi koşardık, salıncaktan kaydırağa...

Şimdi ya çocukluğumuza dönmek gerek ya da içimizdeki çocuğu öldürmeden yaşamak...
Silgi kullanmadan resim çizme sanatıysa hayat:
Ellerimizi boyalara daldırıp, tüm duvarlara el izi bırakmak...
Gömleği giymeden önce değil, düğmeleri ilikledikten sonra öpüşmek...
Ağlayana akıl vermek değil, ağlayana omuz olabilmek...
Hiçbir bahane aramadan arayıp sadece seni özledim diyebilmek...
Şimdi tek bir şey istiyorum...
Ya gittikten sonra okunacak şeyler yazmak ya da yazılmaya değer şeyler yaşamak...
Ülkeler şehirler semtler okullar sokaklar aileler aşklar ve arkadaşlar...
Rekabet dolu iş ortamları, şehvet dolu öpücükler ya da yarım kalan aşklar, arkadaşlıklar...
Hangisinde ölmek şiir olurdu? Değerini kaybetmeden anlamak...

29 Mart 2010 2-3 dakika 24 denemesi var.
Yorumlar