İyimser miziniz yoksa kötümser misiniz ?

Herkesçe bilinen bir deney vardır. Hani, masa üzerindeki bardağın su ile yarısına kadar dolu olması karşısında kişiler nasıl bir değerlendirmede bulunurlar? Bunu, kişilerin karakteri konusunda bir psikolojik test olarak da ele alabiliriz.
Masadaki bardağın yarısının boş olduğuna dikkatini yoğunlaştırıp böyle bir ifadelendirmede bulunanlara ''pesimist''(kötümser) ruh haline sahiptir, diyebiliriz.
Bunun aksine, masadaki bardağın yarısının dolu olduğuna dikkat çekerek buna dayalı bir değerlendirmede bulunanlar için ise, ''optimist''(iyimser) oldukları yargısını pek ala ileri sürebiliriz.
Peki, bu iki değerlendirme yönteminden başka bir şık daha yok mudur? Bu keskin ve vurgulu değerlendirmelerin uzlaştırılması mümkün değil midir? Gerçeği, ama her haliyle asla değişmez olan gerçekliğini koruyarak, illa bu ikili perspektifle algılamak zorunluluğumuz mu vardır?
İşte bu noktada öznel değil nesnel, bilimin ışığında, mühendislik disipliniyle bambaşka bir bakış açısının mevcut olduğunu da görüp algılayabiliriz.
Niçin o kadarcık suyu onun için gerekli olandan iki misli hacimli bir kaba, o derecede büyük bir bardağa koyuyoruz? Başka bir deyişle, bu kadar büyük hacimli bir bardak yerine niçin daha küçük iki bardak kullanmıyoruz? Mevcut su miktarı için en uygun olan kap hacmine neden dikkatlerimizi yoğunlaştırmıyoruz? Bir yerlerde bir israf durumu veya rantabl olmayan bir kullanış biçimi yok mudur?
Görülüyor ki, ortada yalın şekliyle görünenin edebi ve estetik izahının yanında, mühendislik ve mali gerekçelendirmeleri de söz konusudur. Tıpkı sonsuz ihtiyaçların sınırlı imkanlarla karşılanmaya çalışılması veya kişinin kendi yorganına göre ayağını uzatması gibi bir temel sorunla karşı karşıyayız.
Şimdi böylesine yararlı ve kapsayıcı bir bakış açısına sahip olan bir kişiyi nasıl tanımlayacağız? Hangi eksik ve muhataralı sınıflandırmanın kucaklayıcılığı kısıtlı çevresine onu tıkmaya çalışacağız? Toplum için ve tek tek her bireyin kendi ruh sağlığı için daha sağlam bir konumlandırma ve duruş olan bu üçüncü durumu, niçin öncekiler kadar kayda değer ve değerlendirilebilir görmeyelim? Burada tez-antitez biteviyeliğine saplanma ve bir türlü senteze erişememe zorunluluğumuz mu var? Hiç ama hiç sanmıyorum...
Öyleyse...
Başkalarını bilmem ama, bence kısır döngülerden kurtulmanın; güç, çıkar ve mansıp önünde çarpık ikili değerlendirmelerden uzak kalmanın ve dolayısıyla adil, hakça ve yararlı betimlemeler yapabilmenin biricik yolu, bu-neredeyse tamamen göz ardı edilen- üçüncü yaklaşım tarzını bayraklaştırabilmekten geçmektedir.
Kendimizden ve çevremizden başlayarak, ülkemize ve dünyamıza böylesine basiretli bakışlar atfedersek, ne geleneksel Türk Tiyatrosu orta oyunundaki meddah konumuna razı oluruz, ne de gel-git mütegallibenin türedi yergicibaşılığına soyunan soytarı derekesine düşeriz. Böylece her şeyi toz pembe gören at gözlüğünden de, her şeyden ümitsiz ruh halinden de kendimizi arındırabiliriz
Bu yüzden ben, bir çiçekle baharın gelmeyeceğini de, bataklıkta gül bitmeyeceğini de, ateş böcekleriyle gecenin aydınlanamayacağını da irfanına mal eden yüce milletimin geniş öngörüsüyle, Rabbimin, dilemesi halinde suları buracağını, semaya açıldığı kadar engellere doğru da uzanan aciz görünümlü ellerin zalim hamleleri durduracağını, ortaklaşa üfleyen nefeslerin dünyaya yeni yörüngeler bile kurduracağını ümit ediyorum, hayal ediyorum ve dahi diliyorum.
Yeter ki, kavli duayı fiili duadan yoksun bırakmayalım, vesselam...

30 Kasım 2010 3-4 dakika 9 denemesi var.
Yorumlar