Julietler Yaşamalı

Kısa cümleler kurmayı beceremedim. Düşünceler sağanak halinde yağıyordu beynime. Binlerce soru, kaygı ve korku ile ıslanmıştı kalbim. Her harf bir öncekine saygısızlık ediyor, araya sızan hadsizler hangi harfin nerede olduğunu karıştırmama sebep oluyordu. Beynimin içindeki gürültüden hiçbir şey duyamıyordum. O an susuyor muydun? Yoksa geçmişten hortlamış bir hayaletin karşına çıkmasına mı şaşırıyordun? Aslında bu iki sorununda hiçbir ehemmiyeti yok. Sadece ufacık bir merak. Beni düşündükçe pişmanlığa gark eden ise susmam. Yıllardır mürekkebin siyahlığında gizlenen o kadar çok söz vardı ki içimde. Geceler boyu kendime sorup cevabını bulamadığım yüzlerce soru. İnsanların yüz yıllardır cevaplamaya çalıştığı ?nasıl var olduk ?' sorusunun cevabını duymaktan daha mühimdi bu soruların cevabı. Hoş bütün soruların cevabı tek bir eylemin doğurduğu sonuca oluşan tepki olarak dahi adlandırılabilir.

Benim çıkmazım seni kaybettiğim yerde başladı. Estetikten uzak şu gri ve birbirinin aynı binalar bile ne hoş gözüküyordu. Zamanın bir anlamı vardı. Yaşamak ve üretmek için bir sebep. Bir insandan duygularını aldığında geriye ne kalıyor biliyor musun? Şuan dudaklarını büküp gözlerini hafif kıstığını hayal edebiliyorum. Dur sen cevaplamadan ben yazayım. Nötr bir adam kalıyor geriye. Mutsuzluğun olmadığı bir yerde mutluluktan söz edilemez. Acının olmadığı bedene zevk girmez. Çünkü artık hiçbir şeyin bir anlamı yoktur. Toplumun yarattığı ortak beyin o adam için çökmüştür. Elde etmesi emredilen başarıların, statünün, mutlu aile tablosunun onun gözünde bir değeri yoktur. Umudun olmadığı bedende istek olmaz. Hayalin olmadığı bedende hayal kırıklığı ya da başarı olmaz.

Duygularımdan sıyrılmayı başardığıma emindim. Bebekliğimden beri bana öğretilen çoğu hissi unutmayı başarmıştım. Biraz zor olmuştu ama evet yapmıştım bunu. Ne senin hayalin, ne de başka bir şey beni heyecanlandırmaya, acı çekmeye, ümitlenmeye vs. itmiyordu. Bütün duygularımı eylemsizlik ilkesine göre tasarlamıştım.

Kapalı bir hava öğlen vakti boş bir kaldırım ve ben, ayak seslerimi duyabiliyorum. Uzun ve düz bir kaldırım. Ayak seslerimi bir ses bastırıyor. Uzun zamandır çıplak şekilde duymadığım bir ses. Hafifçe kaldırıyorum başımı gözlerim beynin emrine direniyor ama görüyorum. Sen! Beynimin içinde milyonlarca harf bir anda bağırıyorlar. Sorduğun tek soruya ?İyiyim, peki ya sen ?' diyebiliyorum. İyiyim cevabının üzerine kendine iyi bak cümlesini duyuyorum ve gidiyorsun. Ardından dönüp bakamıyorum. Beynim işlevini yitiriyor. Öylece kala kalıyorum. Gerçek ile düş arasındaki incecik çizgide sıkışıyor bedenim. Her yüzde seni aradığım ve bulduğumu sanıp heyecanlandığım anlar geliyor aklıma.

Ve ben kendimi sana bu mektubu yazarken buluyorum ama mektubun üzerine sadece ismini yazmam yetmez. Adresin lazım sahi nerede oturuyorsun? On sekiz yaşında bana ardını döndüğünden sonra neler oldu? Hep mutlu olduğunu düşünmüştüm sahi öyle mi? Beni hiç özlemediğini ya da düşünemediğini biliyorum. Bir yatırın üzerine ev yapmaya benzemedi mi aşkların? Bir bedduanın üzerine yazılmış dualar gibi olmadı mı hayatın? Sahi mutsuz musun? Dilerim öylesindir çünkü ben gidişinden ötürü hep kendimi suçladım. Maktul katiline acır mı? Ben yıktığın yarınlarım için acıdım. Çünkü sen kendini de benimle öldürdün sandım. Romeo ile birlikte ölen Juliet. Ah ne kadar da aptalmışım. Julietler yaşamalı! Yoksa biten her öykünün finali çok sıradan olurdu. Çekip gitti ve bitti! Kim yakıştırabilir böyle bir sonu kendine? Çektiği bütün acıların nafile inandığı her şeyin yalan olduğunu kendine kim itiraf edebilir? Bir dindarın ?Yanılmışım tanrı yokmuş!' demesi ya da bir ateistin ?Yanılmışım tanrı varmış!' demesi Tanrıyı görseler ya da görmeseler bile mümkün müdür?

Julietler yaşamalı! Yaşamalı ki benim gibi bütün aptallar mutsuzluklarına bir isim bulabilsin. Julietler hayal edilen gibi yaşamalı! Mutlu, başarılı kısacası Tanrı kadar mükemmel!

13 Haziran 2012 3-4 dakika 12 denemesi var.
Yorumlar