Kâinatın Nefesi

Kâinat, sessiz bir senfoni gibidir; her zerresi, her an, ilahi bir nağmeye eşlik eder. Gökyüzünün mavisi, bulutların dansı, bir kuşun kanat çırpışı… Hepsi birbiriyle ahenk içinde, yaratılışın büyük korosunda kendi yerini bulur. Bu düzen, tesadüfün değil, bir iradenin eseridir. Her varlık, kendisine biçilen rolü oynarken, var olmanın sevincini tadar. Rüzgâr, usulca eserek dalları okşar; nehir, çağlayarak toprağa hayat taşır. Bir çiçek, sabahın ilk ışıklarıyla uyanır ve renkleriyle gülümser. Hiçbiri “neden” demez, çünkü hepsi “niçin”in cevabını bilir.

Bir karıncanın minik adımlarında, bir ağacın sabırlı büyümesinde, bir yıldızın geceyi süsleyen parıltısında hep aynı hakikat yankılanır: Hizmet, varlığın ruhudur. Kâinatın her köşesinde bu gerçek fısıldar. Arı, bal yaparken yorulmaz; çünkü onun iğnesinde, kanatlarında, bir gayeye adanmışlığın tadı saklıdır. Deniz, kıyıyı döverken isyan etmez; dalgaları, bir ilahi emre boyun eğmenin coşkusudur. Toprak, sessizce tohumu kucaklar ve o tohumun yeşermesiyle sanki kendisi yeniden doğar. Bu, kâinatın sırrıdır: Vazife, bir yük değil, bir lütuftur.

İnsan ise bu muhteşem düzenin hem şahidi hem de aktörüdür. Ama ne tuhaftır ki, insan, bu sırra en uzak olandır. Tembellik, ona bir sığınak gibi görünür; oysa tembellik, ruhun sessiz bir çöldeki kayboluşudur. İnsan, yaratılışının özüne ancak gayretle yaklaşır. Çalışmak, yalnızca alın teriyle ekmeği kazanmak değil, aynı zamanda varoluşun manasını keşfetmektir. Her bir çaba, insanın kendi ruhuna dokunuşu, ilahi isimlere ayna oluşudur. Bir ressamın fırçasında, bir annenin şefkatinde, bir öğretmenin sabrında, hizmetin lezzeti saklıdır. Çünkü gayret, insanın kendini bulduğu bir ibadet, bir tefekkürdür.

Kâinat, durmaksızın zikreder. Dağlar, sükûtun derinliğiyle; ormanlar, yaprakların hışırtısıyla; gökyüzü, yıldızların sessiz nidasıyla… Her biri, “Ben varım ve O’nun emrindeyim” der. İnsan da bu koroya katıldığında, kalbinin derinliklerinde bir yankı duyar. O yankı, “Ben de bu âhengin bir parçasıyım” der. İşte o an, hayat bir yük olmaktan çıkar; bir anlam yolculuğuna dönüşür. Hizmet, bir zorunluluk değil, bir davettir. Ve bu davete icabet eden, kulluğun lezzetini tadar.

Hakiki saadet, bu büyük armoniye katılmaktır. Görevi bir külfet değil, bir nimet bilmektir. Çünkü hizmetin içinde bir sır gizlidir: O sır, insanın kendi varlığını anlaması, kâinatla birlikte aynı ilahi nağmeyi terennüm etmesidir. Kâinat çalışır, döner, zikreder. Ve insan, bu zikre katıldığında, hayatı bir ibadet, gayreti bir lezzet, varoluşu bir şükür olur.

13 Ekim 2025 2-3 dakika 52 denemesi var.
Beğenenler (2)
Yorumlar