Kal biraz daha
kaldığım kervan sarayın uzun bahçesinde oturduğum tabure üstünde sen dileniiyorum yine feleğin cömert rüzgarlarından, susan bülbüller gözlerinin rengini döküyordu güllerin sinesine. Sen, ben ve sessizliğimiz örülüyordu ilmek ilmek. sen yoktun ya ateşbazlar senli benli yangınlardan alıyordu oyuncaklarını. ben aşka tünemişim hep. ömür sermayem hep sevdaya hibe. ne evim var benim, ne dikili bir taşım , ne sahiplenirim ne sahiplenilir. sevda yolunda ezilmiş nefesim. bir bilinmez yare uzanan yollara döktüğüm saçlar beynimden koparırken gün be gün, benden geriye yitikliğim kalmış.
yaşam tekneme hüzün katılmış ilkin, Harut ile Marut gizleyememiş bu acıya tutkunluğumu
ayrılığın gölgesine tüneyişlerimi, terkedilmişlik sızısıyla büründüğüm cezbeleri kıaracak bir vuslat, bir saadet dilemedim ki ben.
yüreğimin tekkesi asilere açtı hep koynunu
baş eğdim,
yürek verdim.
ömür verdim.
ama almadım hiç!
ne bir damla sevgi,
ne bir nebze gözyaşı.
kanatamadığım yüreklere, gözlerimi tuza bulayıp bastım da; yüreklerine od olmadım, nokta koymadım...
odamın duvarlarını buladığım kireçle yamadım yüreğimin dökülen sıvalarını, elden medet ummadım.
sular geldi kapıma, çok indim su kıyılarına, ne rüzgara ne suya vermedim sırrımızı adının ilk harfi öyle bağrımda, sızım sızım saklıyorum seni.
küstüm kendime, sırtımdaki kabuğuma, kırdım yağmaladım can evimi , ayaklarım altında adının üç milyon harfi, isminin manası yıkarken yüreğimin dağlarını serhaddinden korkmadım...
aşk yürekte oydu bir kere inini, kuytularımda hep sevda .
gitsende bir gülüm kalsanda , ben hep aynı deli aşık.
ama ne olur kal biraz daha...
kal biraz daha...