Kalbimden Geçenler Aklıma Sığmıyor

Kalbimden geçenler aklımdan geçmiyor bazen, belki sığamadığı için geçemiyor. Kalp mi daha büyük yoksa akıl mı?

Ama kalbimden geçenleri beynimde toplayıp biriktiremiyorum, aklım biliyor sadece ve düşünüyor ama beynin belleği almıyor bazı şeyleri. Akıl mantık tasarlar, kalbin düşündüklerinin çoğunun mantığı yoktur belki de. Bu karmaşayı hissediyorum, içimdeki tüm hücrelerim hissediyor, bazen ayrılığa düşüp, bölünüyorlar.

Kalbimi aklımın anlamasını bekliyorum ben, imkânsız belki ama istiyorum içten içe bir beklenti bu. Sonu yok, sonucu da yok. Olsa ne olacak onu da bilmiyorum ama akla sığdırmaya çalıştıkça düşünceler sınırlı olup, küçülüyor. Oysa kalp özgür, içinden geçerken düşünceler, kimseye sorma zahmetinde bulunmaz, pervasızdır, bir o kadar da özgür. Tüm bu düşünceler akılla bir olduğunda belki özgürlüğü bulmuş oluyor beden de.

***

Seni düşünürken aklım çıkıyordu, seni düşünürken belleğimde nereye yerleştireceğimi ve biriktireceğimi bilmiyordum, ama sürekli düşünüyordum. Belki de hiç unutmamak için. Yaşlandıkça azalıyor bildiklerimiz ya da bildiklerimiz çoğalıyor da eylemlerimiz azalıyor. Ben seni düşünme eyleminden hiç vazgeçemedim. Vazgeçmek istemedim, isteyemedim. Bedenimin buna ihtiyacı vardı, düşündükçe biriktin. Bu birikimleri nasıl hesaplayacağımı bilmiyorum buna matematik bilgim yetersiz kalır.

Karşılığı gerçek olan hayaller batıyor, yalnızlaşıyorum.

Karşılığı bir türlü bulunamayan sevgiler dolanıyor ayaklarıma, sevilmedikçe düşüyor sevgi yerlere, yüceliği kimseyi ilgilendirmeyen zamanlardayız. Karşılığı yalan olup ayaklarımıza dolanıyor. Yalnızlık batıyor, bu bambaşka olan yalnızlık. Var gibi görünüp yok olan şeyler, doğrunun karşılığının doğru olmadığı için, başka bir şey olduğu için inanamıyorum.

Yere uzandığımda bir üçgene sığmayacak kadar taştım çizgilerden ve sığamadım, bir dairenin içine sığamadım şimdiye kadar, sembollerle pek ilgilenmiyordum en başından beri.

Yatınca dikeyine sığmayan bir tabloda bizim hikâyemiz
Enine sığdığımız yerlerde boyuna sığamayacak kadar küçük
Az zamanda, çok yaşanılan türünden bir melodram.

Hikâyenin belki de en can alıcı noktası tam burada, tabi bunu size gösterecek değilim ama artık yerle bir olduğumu düşünmekten kendimi alamıyorum. Yukarılarda bir şey yoksa ve gökyüzünden de yasaklandıysanız gidilebilecek tek bir yer vardır, o da bahsettiğim bu yer. Belki yukarıda bahsettiklerim bu yere sığar. Sığdırabilirim belki, içime sığmayı reddeden duyguları, o zaman uzaklaşıp baktığımda görebilirim, yeniden.

Öylesine bir beklenti belki de benimkisi. Neler hissettiğimi anlatabilme çabası, gösterebilme telaşı ama hep görünmeyen şeyler fazla gelmez mi bize?

Bir de tutunamamak vardı, anlattığının yetememesi olayı. Çiçek kokularıyla bütünleşirken, minik serçenin kanadının korkularıyla yaklaşıyorduk, tutunamadan tam birbirimize, ama bağlılık başka bir şeydi. Tutunma ihtiyacı hissettirmiyordu.

Birbirimizi esasında biz bile tutamazken
Ne bağlıyordu bizi bu kadar?

Akıl değil, kalpti bunun adı, bağlılık aklın alamayacağı bir şeydi zaten ama kalpte bunun izahı vardı.

Belki de insan sadece söyleyemediği şeyleri yazabilme çabasında, ben de belki sana söyleyemediklerimi yazıyorum, yaşamakla anlatılamayan şeyler, yazılarak daha açıklayıcı oluyor. Yüzüne karşı söyleyemediklerimi yazıyorum, yazabilsem dilimin ucundakileri de anlatabilirdim. Ama gözlerimden okuyabilirsin aklın almadığı, yüreğin kabul ettiği duyguları.

Bu kent bir gün aniden yıkılsa, üzerimde bulurlar parçalarını, az da deniz bulurlar sonra. Kız kulesi yerle bir olmaz, denizle bir olur ancak. Deniz kaplar her yeri, kız kulesi de sular altında kalır. Sadece roller değişir, yıkılsa dünya. Sadece zaman değişir, sondan az önce. Kendi katlimi seyredebilir gözlerim ve elim karar verebilir buna, bu zamanı sonsuzlaştırmaya can atar yüreğim, sevdiği kadar, sevildiği gibi;

Söyleyemediklerimi kalp biriktirirken, aklım birkaç karış yerlerde sürünür. Islanır sonra bir yağmurun hızlı sesleriyle, toprak yetişir imdada, sarar kucaklar beni, en az senin kadar. Ona anlatabilirim, anlayabilir o anlatamadıklarımı. Biliyorum söyleyebilsem, kalbim rahatlar. Ateşi uzak tutalım birbirimizden, ben kar soğuğu tüm zamanlarda, ısınmak yok, ısınmaya dayanamam, direk eririm.

Aklım hâlâ kalbimde,
Kalbim de aklımdan medet umuyor
Anlatabilmeyi.

Hava sıcaklığının mevsimlerle değişmediği, asıl kendi ruhumla alakalı olduğunu öğrenmiş bulunuyorum. Zaman geçtikçe hava daha da soğuyor. Söyleyemediklerim üşütüyor, söyleyemedikçe donuyor kelimelerim. Ateş gerek belki de, hepsini ısıtmaya ama ısınmaya kalmadan yanarız biliyorum. Bizden geriye gri bir kül kalır.


***


Bu soğuklukta bir kere daha gelsen yanıma, belki de dökülür kelimeler ayaklarına, biz yerle bir olmuşken, kül olmaya yüz sürmüşken. Elimden dökülür kelimeler, yüreğimin ucunda çünkü. Upuzun gidişlerin var senin oysa uzunca susmalarıma neden olan, ağzımı açamam, dudaklarım titrese de sustururum kelimeleri, sen gelmedikçe. Belki de yetişirsin son yolculuğuma, elimi tutsan kelimelerim dökülür gözlerimden. Ellerinden düşecekmişim gibi olur sonra, gözlerine bakamam. Ama o kısacık anı hesaplayabilir aklın biliyorum.

Kış geliyor, Eylül de geldi biliyorsun.
Bu kış gelirsen belki donmaz kelimeler, mevsimsiz açan tüm çiçekler pişman olurken, biz kurtarabiliriz belki onlara baharı hediye ederek ve bu sefer belki gerçekten donmaz kelimeler, yaşamayı öğrenebilirsek.

Bir çılgınlık yapmayı çok denedim ama gidemeyecek kadar yorgunum. Belki de bittim artık kalmadım. Ama buradayım hâlâ, belki de gelişine saklıyorum ellerimdeki isyanı, buz tutan dudaklarımı ve donan kelimelerimi, belki de gelişine sakladım ben, elimdeki o son eylemi, cenaze törenimi.



Yalnız gidemezdim çünkü
Kelimeler susmazdı.




Üç Eylül İki Bin On Üç
14 00

01 Ekim 2013 5-6 dakika 94 denemesi var.
Beğenenler (3)
Yorumlar