Kalbin Sessizce Baktığı Yer
İnsan bazen yola çıkmaz. Olduğu yerde, hareketsiz, zamanı adımlayarak bekler. Bu bir eylemsizlik değil; içe doğru bir yolculuktur. Beklemek, bir yitiğin yerini hâlâ korumaktır. Sanki gelecek olan, geldiğinde o boşluk hâlâ yerinde dursun, hiçbir şey değişmemiş gibi bulsun isteriz. Bu yüzden eşyaları yerinden oynatmayız, kelimeleri çoğaltmayız, vedaları tamamlamayız.
Beklemek, insanın varoluşuna sinmiş en kırılgan ama en dirençli şeydir. Hepimiz bekledik. Bir haberi, bir yüzü, bir mektubu, içimize değecek bir bakışı... Ama asıl beklediğimiz, çoğu zaman adı konulmamış bir duygudur: “Olabilirlik”. Belki gelir. Belki değişir. Belki olur.
Ve beklemek, zamanla seni “bekleyen”e dönüştürür. Kim olduğun artık senin adın değil, sabrın olur. Bir istasyonun adı gibi geçerler üzerinden: “Hâlâ orada mı?” Evet. Hâlâ burada. Bekleyerek var oluyorum.
Ama soru şu: Bu bekleyiş kime ait?
Sevdiğimiz biri mi, yoksa artık kendimiz mi geciken? Beklemek bazen kaybedilenin peşine düşmek değildir; kaybolmayı göze alıp hâlâ bulunabilir kalmaktır. Sessizce, sabırla, iz bırakmadan.
Kimileri kuşlara selam verir, kimileri saate. Ama içimizde hep bir teyakkuz hâli: Ya gelirlerse… Ya gerçekten hak etmişsem… Ya bu bekleyiş, ödül değil, kimliğimse?
İşte o zaman beklemek, edilgen bir sabır değil; bilinçli bir direniş olur. Sabır ağları örmekten değil, ağın içinden kendimizi çözmekten ibaret bir yolculuk bu.
Ve belki de en acı olanı şudur: Beklerken kimse seni beklemiyor olabilir. Beklemek seni dönüştürür ama kimse o dönüşümü tanımaz. Çünkü sadece bekleyen bilir; beklenen asla öğrenemez neye dönüştüğünü onun yokluğunda.
Turgay Kurtuluş