Karıncaya Mektup
Vazgeçmedim anlatmaktan nede olsa anlıyor beni karıncalar, onlar aynı iklimde kalan ve hep sırtında ekmek kırığıyla yol sefili olan sessizliklerimdi...
Bağışla beni odamın tek arkadaşı bağışla kırılgan sözcüklerimi ve ellerimin kederli dokunuşlarını, söyleyeceklerim dizildikçe genzime ben hep o yakan hep acıtan heveslerimde kaldım sonra dilim çözülmedi hiç, kekeme hayaller kurdum diplerinde nefesin kesildiği... Akşam olunca sığındığım yüzün nefesimi alırken yarınlara merhaba diyememenin acısı içimde zehirli karanfiller açtırıyordu... Söyleyemedim...
Günlerin evvelinde kapımı çalan kara bakışın aklımda, seyrine kapılmanın güzelliği birazda muhtaçlık kokusundan olsa gerek nergis bahçelerine benzettiğim gülüşüne tutsak kaldım. Kimliğimi eski sandıkta saklar ve açılmasın diye üzerine fesleğen koyardım, geldin... Rüzgârından herhalde dört yanım fesleğen kokusu, sandığımda hala yorgun kimliğim.
? Dokunma... Yaralarım saklı adımda ve soyumda hep göçlerin ağrısı, kimliğimin günışığına yenilmesine sebep oldu bunlar...
? Kapa gözlerini ömrümün eşiğinde, bak ay az sonra gülümseyecek yıldızların arasından sana tebessümle özdeş günleri müjdeleyecek hadi kapa gözlerini...
? Soluğumda gezgin tatlar hafif ürkek bırak ellerimi öleyim ben, yorgunum kendi kıyılarımda vurulmaktan, sularım gökyüzüne ulaşmaz benim gel etme eyleme sefilliğimle bırak...
? Şşşttt sus ve dinle bak neler anlatıyor şiirler sen ki kimliksizliğinle bile hayatsın ben suya hasret yelkovan kaçılır mı akrebin bakışlarından... Saat başı sesin vurulur ülkemde bilmez misin, kapa gözlerini merhametimi vermeye geldim...
? Sonrası ne olur, ya o dipsiz kuyu ya akrebin boynundan asılan sensiz zaman hallerim... Hala korkumla yüzleşemeyecek kadar acizim...
? Ey mevsimlerine zemheri düşen adam ey kömürün karasına sarmalanmış hayatın yorgun mültecisi sus dedim sana, saçlarım köprüsüdür yeni hayata uzanan ellerinin...
Sustum sonra ve hep susarken aklımı zorlayan ölümler hücremin nedensiz işgalindeydi. Yarım yamalak sevda kokusunun açlığa direnişiydi sanki her şey sen ellerin diyordun iki çöl arası köprü olan ben yürümenin telaşındaydım üstelik çöl kavruğuydu adımlarım ve serap gördüğümü düşünerek kötürüm oluyordum. Geçemiyordum o kara köprüden parmaklarımda yağmurlar birikmişti ve saçlarında ıslak topraklar kalmasın endişesi vardı ya da ben sığındım bu duvarların arkasına...
Gözlerimi kapadığımda harflerin dansı geçiyordu kirpiklerimden ve yelkovana yenik zaman dilimiydim küflenmiş geçmişinden sıyrılan... Büyük sözler duyuyordum dilinin yarasından acı almış, ezilirim diyordum anlatamadım ve sonra sen hep sırtında ekmek taşıyacaktın, yolların vardı gününün çoğunu alan ben karıncaya sevdalı çalışkanlığına imrenen gereksiz adamdım öyle savruk... Bir yanımda günahsızlığa öykünen tövbeler, bir yanımda çocukları vurulmuş şehirler ve şimdi nereye baksam sızlıyor yüzüm...
- Yaralarına şiir sür belki bir mısrada kabuk bağlar düşlerin o vakit yokluğum tedirgin etmez. Bak ellerimde ki kınaya çığ düşmüş sanki hani düğün öncesi ölen geline yakılan ağıtlar olur ya zılgıtla gözyaşına döner sesler... Öyleyim...
- Sen hiç kasaba meydanında selamsız kaldın mı lanetlenmiş bakışlar arasında. Öyle kimsesiz... İftiraya kurban ettin mi yılların yaşanmışlığını... Şimdi ben öyleyim işte yalnızlığımın iftirası bu ve aşklarım lanetlemiş beni.
- Güzelsin sen biliyor musun? Güzelsin ve güzelliğinde eriyor artık kelimeler. Ben yolunu unutmuş karıncayım sen yolda unutulmuş adam, benim kulağımda kahverengi özlemler senin şarkılarında susuz ırmaklar...
- Biliyordum demekten alamam kendimi olan biten her şey güzelliğin azabı değil mi? Ah benim asılsız düşlerim şimdi her biri kaldırımlarda kıvranmış üşüyor bilir misin öyle güzeller ki ölüm yakışıyor hepsine...
Sonrası karıncanın ayak sesiyle irkilen yalnızlık dönemeci. Keşkeler ve beklilerle örülmüş hayatın yine aynı noktası. Karıncanın omzunda hala ekmek gözlerim karardı artık ona bakmaktan ve mani olmak korkusu birde zaten ufkuna sığmayan rüyalar sebepsiz gitmelere yol veriyor...
Bağışla benim kara bakışlı odamın sessizliği, bağışla bu suskunluğumu ve biliyorum güzel olmalıydı her şey... Duyuyor musun karınca? Gözlerimi kapayıp merhametine sığındığımda kimliksizliğimi haykırıyordum sen ise işaret parmağını dudaklarımın yokluk kısmına sürüp sus diyordun sadece ve ay ışığına hazırlıyordun dilleri nazlı şiirlerimizi olmadı.
Dokunma diye feryat ederken üstelik ve dipsiz kuyularla son bulacak bu hikayeyi nefessiz bırakacağımızı bile bile sus demiştin şimdi parmak uçlarında ölen hayatların günahını çekiyor her yer ve ben tek adımlık sürgünümde uçuruma göz kırpıyorum son gayretim dilimin merhemsiz kalışıdır ve susmak marifet gibi yapışıyor yakama.Türkülerim yağıyor uçurum kenarından ovalara çiçekler açıyor hazan sarısı.Sarı çiçekler kuytumda ölüyor sonra ben susuyorum...Dillerim hep kötürüm...Demiştim işte...
- Şimdi gözlerini aç usulca bak dağlardan kurt sesi geliyor söyle kim daha aç gecenin çıplak yüzünden, bak kurşun sesi geliyor uzaktan söyle kim daha çok vuruluyor coğrafyasında, bak zeytin ağaçları boyun bükmüş kim daha çok ayaz yemiş geleceğinden...
- Gözlerimde bitkinliğin resmi var karınca, gözlerim akıyor ömrüme hani ben güzeldim ya artık yüzümün yarısı yok. Sus şimdi ve ardımdan tek damla söz tüketme sel olur sonra mektuplar karışır turnalara, göç yolunda vurulur hasretimiz... Sus karınca fesleğeni hatırla ve benim kimliksizliğimi...
Karınca anlıyor beni....