Kayıp Gölge

Kaybolmuş bir kırmızı balık gibiyim
Ama gidebileceğim bir deniz yok.

Uçabileceğim gökyüzü de yok, zaten balıklar uçamaz ki, tek becerebildikleri yüzmek, sabahtan akşama, akşamdan sabaha kadar. Ama bir gün ait oldukları sularda bile kaybolabilirler ve bu yaşadığı, onsuz olamadığı suyun umurunda bile olmaz. Varlığını hissetmediği gibi yokluğunu da hissetmez, belki balıktan daha da unutkandır o yaşanılası su.


Gökyüzü tek renk değil
Mavi tek mavi değil...

Bağıra çağıra acırken içimiz
Sessizce susuyoruz
Susmak bir bütün, kimse tarafından değiştirilememiş tek bir çizgi ve kural. Susmayı değiştiremeyiz, ama konuşmayı, bağırmayı değiştirebiliriz.

Susarız dilimizden geldiğince, çünkü açılsa ağzımız ele verir bizi acılarımız, biz değil onlar konuşulur. Biz susuluruz. Son istasyonda duran tren gibi, konuşulacak bir şeyimiz kalmaz, susmaktan başka...

Kemiğe kadar dayanmıştı oysa sızılar, bağırmak gerekirdi, daha az çekinseydik hayattan ve yabancılardan. Saklıyorduk bu dünyada herkesten bir şeyler. Onları üzmemek için miydi kendimizi ele vermemek için mi?

Haykırmam gerek ama
Sesim çıkmıyor!

Fotoğrafları bile ateşe versek, onların acısı düşmez mi içimize? Dokunmaz mı o her bir yanığın sızısı? Biz yanarız, onlar hissetmez. Fotoğraflar hele hiçbir şey bilmez. Biz onlara bakarken iç geçiririz, onların haberi bile olmaz. Cansız nesnelere anlam yüklemek ne kadar anlamlıysa, o kadar anlamlıydı yokluğunda seni düşünmek. Biraz daha ileri gidip; özlemek cesurca bir davranış, yokluk zamanlarında özlemenin varlığı yüktür özleyene, ama özleyen sessiz sedasız kabullenir bu yükü, ağırlığına alışmıştır çünkü bir neden aramaz özlememek için, bulamaz arasa da, çünkü kapalıdır kalbinin kapakçıkları. Özleyince algılarımız odaklandığımız şey hariç diğer her şeye kapanıyor.

Sana bakarken gözlerim görme eylemini yitirmiş, kör kadar sağır görmeye ve bilincim kapalı diğer tüm dış etkenlere. Sokakların yoksulluğunu ve gökyüzünün gökkuşağından yoksunluğunu senden sorabilirim hesabını, hayatıma renk veren sen isen eğer, rengimi sana ödünç vermiştim, karşılığında tüm güzel renkleri sunarken bu karanlık niye?

Sana bakarken, cümleler dökülsün istedim avuçlarına, kulaklarına dolsun istedim, dilim izin vermedi, bakarken kaybolmak diye bir şey vardı ve başka yapmayı düşündüğümüz tüm eylemleri yok ediyordu.

***

İçimden bir şey kopmuş, bedenimden bir parçam beni terk etmiş gibi hissediyorum bu yoksunluğu, iyi hissetsem de zamanla bu yarımlık hiç tamamlanamayacak gibi.

Şimdi bir azasını yitirmiş kadar yoksunum, yoksulum en değerli hazinemi kaybetmiş gibi, içimden bir organım rızam olmadan alınmış gibi. Gözlerimin rengi istilaya uğramış gibi, tüm günlerimin gündüzü çalınmış gibi. Sen olmayınca böyle renksiz, böyle solgun her şey...

Her köşe başında bekliyorum, ayaklarımın ucuna basarak, gelişini görebilmek için. Yetişemez ki boyum gelişine, hiç denk gelemedim ki... Saatlere yetişemiyorum, onlara yetişebilsem günü yakalayabilirdim ve sana geç kalma derdim hiç olmazdı. Ben geç kalırken, sen hangi sabahlarda erkencisin? Bilemeden bekliyorum... Sessizce beklemek, beklediğimi bilmenden daha onurlu bir davranıştır. Bu yüzden susturdum tüm azalarımı ve en çok kalbime susmayı telkin ettim, en son kalp susar ve bir kez susar.

Dokunulsa tuzla buz olan bir camdan kalbim var, herkesten sakındığım ama sana kırılmaların tüm şartlarını sunabilmiştim, kalbimin bir yanı şeffaf diğeri karanlıkta. Yüzünü her döndüğünde aydınlanan bir gece ertesi zaman, sabahın ilk ışıkları gibi parıldayan... En çok camdan kalpler parıldar ışık vurduğunda sonu gelmeyen bir aydınlık huzmesi saçar etrafına.

Giderken tüm sırları beraberimde götürebilecek kadar ketum bir aşkla bağlıyım sana, bildiklerinden şaşmayan, seni de beraberimde götürebilecek kadar sır küpüyüm. Belki kendime zarar bu gizlenmeler bu saklanmalar ama umurumda değil. Sensiz ölümü bile düşünemem, yaşamı asla.

Yaşadıklarımız gri zamanlarda siyah bir gölge gibi, gölgeni bile saklayabilirim bunun için güneşi kovup her günümü gece ilan ettim, bu yüzden gündüzlerimi çalmalarına izin verdim. Gölge bile olsan orada olman için.

İnsanlar ölür, gölgeleri kalır.
Senden öncesi silik geçmiş zaman.

Eskiden kalma iki gölgeyiz, birbirinde kaybolan. Kayıp büyük, hem kendimizi, hem her şeyimizi kaybettik, dünyamız yıkıldı, altında kaldık. Kıpırdayamıyorum, buna ne soluğum izin veriyor ne de ayaklarım. Kısıtlandım gri bir gölgenin içinde, duvarlarda izim kalacak, yaşamamış olacağım. İzlerimi kendi gölgemle yok edeceğim, sonrası malum, gölgemi bile bulamazlar.

Gölge olsak da unutmamak gerek, geçmiş bir tarihe dayalı hikâyemizi ve bitmek tükenmek bilmeyen varlığımızı, bir kırmızı renginin kayboluşunu, renksizliği.

Birbirine karışan tek gölgeyiz biz artık
Unutmayı unutan.



Sekiz Ekim İki Bin On Üç 13 30

25 Kasım 2013 4-5 dakika 94 denemesi var.
Beğenenler (2)
Yorumlar (2)
  • 10 yıl önce

    Buram buram hüzün kokan bir yazı baştan sona. Kutluyorum içtenlikle Nevin hanım...👍

  • 10 yıl önce

    / Tebrik ederim sevgili Nevin...👍