Bir Kırkayağın Karakterli Ölümü

Doğa, her canlıya yaşam alanı açmış, kendi koşullarında belirlediği doğru adaletince. Bu alanı daraltmak düşüncesi sadece insanda var, insan doğanın kaos bölümü bile değildir, kaos düzenleyicidir. İşin garip tarafı ise insan aslında doğanın değil kendi alanını daraltıyor olmasıdır.

Tanrı yoksa; adalet de yoktur, ahlak da yoktur, insan da yoktur… Hal öyle olursa o zaman kaos, kargaşa ve anarşi Tanrı haline gelir. Bunlar ezilmişlerin, sürülmüşlerin, yaşamı yenilmişlerin tepkisel var olma çabalarının Tanrı’sı olur.

İnsanın doğası, psikolojisi, düşüncesi laboratuvara doğru evrildi. Yani oraya uygun hale getirildi. Deney ve gözleme dayalı teknikle. Diğerlerini bıraktık, lakin laboratuvar psikolojiyle hareket eden bir şey, bu psikolojinin, bu laboratuvarın dışına çıkamaz. Çıkar mı sizce… İşte psikolojinin nicelikseliğidir bu, niteliksel yönü yok mudur sizce?

Pöf!...

İnsan fanus altına alındı. Kendi dışındaki şeyleri algılaması gerektiği gibi algılayamaz hale geldi. Çünkü bu alanda düşünceyi sınırlandırmak, neyin nasıl inceleneceği konusunda yetersiz kalır.

Öyle değil mi…

Kendimizi yırtıyoruz, la bakın buranın dışında da bir gerçeklik var diyoruz. Asıl olan gerçeklik odur diyoruz.

Gülüyorlar kıs kıs kendi aralarında, bize de deli midir nedir bunlar diyorlar?

Şimdi ne diyelim bunlara abi, illa bir şey söylemek gerekirse;

Lan iyi bi şeyse “deicede” yani gerçeği yok etmek, Tanrı’yı yok etmek bir işe yarıyorsa, bir nebze rahatlatıyorsa, bir şey sağlıyorsa söyleyin biz de alasını yapalım böyle göz boyamanın.

“ Ne yapalım abi, biz bilemedik, iyi bir şeymiş” der geri vites ederiz, olur biter.

Ama;

Küçümsemelerin getireceği anlayışsızlıkların da arkasına sığınarak, sinsice saldırılar bile bunu değiştirmiyor. Kaldı ki, kendi öğretilerinde bile olması gerekeni değil uydurulmuş olan değerlerin kökeni ve amacını bilmeden laga lugalara kalkışıyorlar. Ağzınıza yakışmıyor, eğreti duruyor demek gerekir.

Kafam ağrıyor göz bağcılığınıza, laf cambazlığınıza kafa yormaktan vazgeçtim düşen değerinizle birlikte. Ne kadar akıllı ve zeki olursanız olun taşra tüccarının kurnazlığından öte gidemezsiniz.

Daha ilk baştan insana yapışan insan görünümlü bu emici sülükler güçlenerek, daha da güçlü halde insana ve insanlığa musallat olarak kendilerini devam ettirmektedirler. Ulaşılması gereken idealler ve kargaşa durumları aynı yemlemenin faklı ortaya koyuşlarıdır.

Nasıl bir türsünüz böyle? Kendi türünüz ile doğal ortaklığınız var madem yani doğanıza dayalı ortaklık, sizi farklı kılmamalı bu hiç bir zaman.

Ama farklısınız lakin bu farklı olmanızı bilerek aynılaştırmak, ortaklaştırmak isteyenler var.

Hep aynı şeyleri düşünüyorsunuz, taklitlerin birikmişliklerini ilerleme, üste bir şeyler koyma olarak algılıyorsunuz.

Böyle bilgi mi olur böyle kültür mü olur böyle insan mı olur? Alın şapkanızı önünüze… bir düşünün.

Kırk kafa mı istersin kırk ayak mı?

İnsanın genleriyle gelenler hariç karakterini bile bunlar belirler, bunlar yönlendirir. İnsan her şeyiyle bunların kölesidir. Hazır bulduğunuz şeyden farklı bir şey olamazsınız. Söz gelimi hazır bulduğunuz bir sofrada ne var ise siz, kendinizi onunla beslemek zorundasınız. Beyniniz de öyle zihniniz de bilginiz de…böyle beslenir, beslendiğiniz olursunuz.

Peki bu durumda nasıl farklı bir şey olmayı umuyorsunuz, bu mümkün mü?

Bu böyledir…kesindir.

İster algılarınızın oluşturduğu müziğin ritminde kaybolun, ister şiirin duygusunda coşun, isterseniz bir sinema filminin kadrajlarında yok olun, hoş olun hoşnut olun verdikleriyle, hazır bulduklarınızla. Çünkü bilgi sizin olmadığı gibi, elinizdeki bilgileri de onlar verdiler.

Duyu organlarınız bu haliyle bile hiçbir şey değildir, gerçeği kavramayı önlemek için değersizleştirilirler.

Bu yüzden;

Siz onların ürünüsünüz. Karakteriniz de…huyunuz da belirlenmiş olandır, sahtedir. Siz, oyunun size ezberletilmiş, inandırılmış halisiniz. Ölçünüz size biçilmiş olandır.

O zaman…

Hadi onların kulu olun, dememe bile gerek yok. Aslında egemenlik altında olmak güven oluşturucu bir şeydir, insanların hoşuna gider lakin bunun ölçüsü kaçtığında bu güven verici güç, yok edici güce dönüşür. Tanrı insanlar üzerine egemendir, bu güven vericidir ama onun adına konuşmaya kalkışan insanların bu güveni farklı bir yere çekip insanlığı yok ediyorlar.

İnsan kökenli sistemlerde böyledir yani emilişine, kaybedişe yöneliktir.

Ne dediydik…Ha, hangisini istersin dediydik.

Merak edip saymadım… kırk ayağı mı yoksa kırk çift ayağı mı var? Söyledim ya, merak edip saymadım ama kesin bildiğim kırk karakteri değil bir karakteri ve bu karakterin orijinal olduğudur.

Hani bazı filozoflar diyesi ki, “Doğa daima en basit yollarla hareket eder.”

Halt etmişsiniz siz! Alın postulatlarınızı başınıza çalın! Doğayı eni konu inceleme fırsatı oldu. Börtü böcekten ot çöpe, yaban kedisinden ayısına tilkisine. Öyle ekrandaki belgesel gibi olmuyor, o atmosferin içinde yaşıyorsunuz. Tüm duyularınız algı üstüne algı yaşatıyor bedeninizin tüm hücrelerine. Bir keresinde boz yılanı izlemiştim, utangaç ama kendinden emin. Kırlangıçlar başımın hemen üzerindeki tavana, o müthiş mimarileriyle yuva kurmuşlardı. Hayranlıktan dilim tutularak izlemiştim bir süre. Daha yakın zamanlarda bir ergin danaburnunun saldırısına uğradım. Haklıydı…çapalamak bellemek adına yuvasını alt üst etmişim. Sağ iç ayak bileğimin oynak yerine yapıştı. Sol elimle çırpmak istedim işaret parmağıma doladı tüm ayak ve kıskaçlarını. Gücünü hissettim… Öyle inatçıdır ki ağaçkakan her sabah aynı vakitte dolaşır alışık olduğu yerleri. Ona göre biraz ufak tefektir ama kargaların baş düşmanıdır, tırstırır vallahi.

Bukalemunu bilir misiniz insan olanından bahsetmiyorum hayvan olanından bahsediyorum. Öyle komiktir ki, dalga geçer gibi yol ortasında durur iki ileri bir geri, görende mehteran egzersizi zanneder.

Bunlar hep köylü…şehirli olanları ise kedi köpek, pet shop cezalı olanları saymıyorum. Suçları neydi ki. Bir de şey vardı şehirli, buradaki jardon dediğimizin uzak akrabası. Hah buldum! Lağım fareleri…yeri gelmişken lağım böcekleri vardır kıvrılır kalır tehlikeyi görünce tesbih tanesi gibi. Haksızlık ediyorlar yani tespih böceğine zehir yok etme fabrikası gibi çalışırlar, muhteşemdirler.

Görürseniz onlara iyi davranın e mi…söz mü?

Ha jardondan bahsetmeden geçemeyeceğim, çok iri bir sıçan türü kocaman az da sincaba benziyor. O kadar terbiyeli ki, o kadar tok gözlü ki, hiç israf bilmez. Nar yemeye bayılır, ama sadece bir ağaca dadanır ikincisine asla geçmez. Birini bitirmeden diğer nara bile geçmez. Onlardan biriyle uzun süre dostluk yaptık, laf ola demiyorum gerçekten dostluk yaptık. Beraber bahçede dolaşmışlığımız çoktur, bazen bir zeytin tanesi bazen de yer fıstığı ne atarsam önüne onu yer, asla benim yiyeceğime sarkmazdı.

O bahsetmişti şehirli uzak akrabası lağım faresinden, Co diyelim afili olsun anlatım. Bu Co kanalizasyonda yaşamaktan bıkmış “len demiş ne var ne yok yukarıda bi çıkalım. Önce lağım bacasına tırmanmış, sonra çevrenin keşfine çıkmış. Şehir kedileri ürkmüş bundan yüzü gözü bulaşık balçık içinde. Co bundan pek keyiflenmiş “len demiş kedilere benden tırstınız mı…sizin kediliğinize tüküreyim.”

Sonra bir yağmur suyu oluğu bulmuş, başlamış içinden tırmanmaya. Üç ya da dördüncü kat genişçe bir balkon, balkonda yaş yemiş, kur yemiş, İskender yemiş, pide yemiş yerde envai türden yiyecek kırıntıları. “Aman Tanrım, demiş. Lan cennete mi düştüm? Hani benim hurilerim?” Sonra utanmış bu duygularından “ He…demiş Tanrı’nın işi gücü yok da tıka basa yiyecek ve aşna fişne öyle mi? Gerçeklik böyle olur mu hiç?”

Kiminin çöpü kimin hazinesi misali…davul gibi olana kadar yemiş içmiş.

Anlatır gülerdi bizim jardon. Sonra rahmetli oldu bir “insani zehir” tarafından.

Çok karakterliydi tek karakterliydi...

Tek karaktere sahip olmak biz insanların öyle kolay kavrayabileceği bir durum değildir.

Bir örnekle anlatayım.

Kırkayaklar zehirli, zararlı, ısırgan ya da saldırgan değillerdir, tam aksine sakin ve utangaç huyları vardır. Toprağa, solucanlar kadar olmasa da yararları vardır.

Yaşam;

Aile yapıları güçlüdür, kendi gettolarında klan yaşamı yaşarlar sessiz ve gürültüsüz, kendi yasaları kendi yönetim sistemleri vardır. Gürültüsüz patırtısız…adalet sistemleri yazılı olmasa da oldukça hatta hata yapmayacak kadar güçlüdür…terazileri gram şaşmaz.

Bir kırkayağın yaşamı diğer kırkayakların kendilerine reva gördükleri bir yaşam değildir. Oysa bizim düşüncelerimiz bile başkalarının bize reva gördükleri düşüncelerdir.

Güdülenmiş aklın, müzminleşmiş kaygıların, zihinsel bozuk karakterleri olan modernistleri tedirgin ve gergin bir yaşama sürüklerken bir sonraki nesle devretme sorunları büyüterek devam eder. Yani ortaya attıkları adalet, özgürlük, hukuk, demokrasi gibi kavramlar bir nesil sonrasına sorunları büyüterek ilerler. Ve hatta tüketim çeşitliliği üreterek, insanların inanabileceği orta sınıf endüstrisi ortaya koymaları kendi haklarına bir ödül gibi sunarlar.

Bu dönüp durma durumu dayanılmaz bir hal alırsa ortaya insanların yeniden inanabilecekleri yeni bir şey, şeyler çıkarırlar kuşkunuz olmasın.

Bu, insana musallat olmuş en büyük kötülüktür…

Barınma;

Bir taş ya da kendilerini sıcak tutacak herhangi bir nesnenin altında geçer yaşamları çoğu zaman. Karadırlar, simsiyah bedenlerinde hayalet bir yaşam sürerler, ben bugüne kadar yaşantı ve beden olarak farklı olanını görmedim. Farklı olmak için uğraştıklarını da görmedim.

Kendilerine bana verdikleri bilgiler ve paylaştıkları özelleri için minnet borçluyum…

“Lan doğacı geldi yine bunun kafa bin ya da ütü fazla ısınık…”

Ben ne sizin anladığınız anlamda doğacıyım, ne de felsefeyi severim. Zaten doğanın kendisiyim ben, kendime dışına çıkıp kendime bakış bakabilir miyim? Neyim ben, diye…

İnsan kendi olma çabasının suçlusudur belki de bizim olmayan böyle bir bilinçle bulduk kendimizi. Çünkü normalde bilinç saf bilgi ürünü olmalı, temiz olmalı, Tanrısal olmalı…

Ve son;

Kırkayaklar ölürken topluluklarından uzaklaşırlar. Ölümü yalnız karşılarlar, “cenin” şeklinde kıvrılıp ölümü beklerler. Yaşam ve ölümü aynı anda tasvirize ederler adeta. Bu çok karakterli bir ölümdür…

Yok oluş değildir.

Cennetten kovulduk, kovulurken bilincimiz ters yüz mü edildi şeytan tarafından. Öyleyse vay halimize öze ulaşmak anladığımızdan daha zor olmalı. Bir kırkayağın düşüncelerine sahip olmaktan çok mu ötedeyiz acaba…Yoksa kendi çapımızda başka yaşamların yok edicisi durumuna mı sokuyoruz kendimizi. Yani kendi ölçümüzde şeytanlaşıyor muyuz… Cehennem, algılarımızın elimizden alınarak yaşamda oluşumuza olan katkısının sahte olduğunu yukarda ortaya koyduk ya…işte bu sahte olan yaşamın gerçeğini farklı yöne götürdüğünden bizin cehennemimizi oluşmasına yol açıyor.

Algılarımız farklılaştırılarak insan olmaktan yani cennetten uzaklaşıyoruz.

Biz manevi alanımızla insanız, bu alana ait olan ögeleri bu alana ait olmayanlar kullanamaz. Yani amprik inançlılar…

Bakla kurusu… iri olanından bir avuç al gel, dedi. Yüzü kirli bakır renginden buğday başağı sarısına dönerken bir şeyler hissettiğini saklamıyordu benden.

Hiç iyi değil bu, dedi gerisini tamamlayamadı. Titremeler seğirmeye dönüşürken dudağının morardığını gördüm. Dişleri kenetlenmeden hemen önce astım spreyinden ala buçuk boşaltım ağız boşluğuna.

Çek içine derken gözlerime baktı anlamdan anlama soktu beynimi. Bu başka kriz der gibi, çabaların boşa gitti der gibi, evhamların seni senden aldı der gibi ve kendini biraz önceki zamanda bıraktın der gibi…

Getirdin mi?

Görücü yeteneğinden ürktüğünü, yeniden titremeye başladığında bir ortada farklı tuhaflık olduğuna artık inanmıştım. Odanın ortasında aksak bacağıyla “git gel” ler yaparken panikleşmiş hallerini, bir şey bulmalıyım aceleciğiyle örtmeye çalışıyordu. Başından kayan beyaz tülbentini iki de bir düzeltirken sırılsıklam olduğunu bile fark etmemişti.

Diz çöküp ellerine yapıştım öptüm defalarca…

Falcı bacım ne gördün, dedim. Duymuyordu, konuşmuyordu, dokunmuyordu, işitmiyordu. Transtaydı.

Huriye teyzeni çağırayım da kurşun dökelim sana isteği çaresiz olmanın çırpınışıydı sadece. Başıma örttüğü tülbendinin ıslaklığı kutsallık kokarken, mırıldandıkları duaların anlamlarını bulmaya çalışıyordum. Yaşamımı geri vermeye çalışan dualara güçlü beddualar karşılık veriyordu.

Boyun devrilsin, kanın altına aksın emi.

Bedduaları zihnimde dualarla karışıyordu. Kimdi bu kötülüklerin sahipleri. Savaş, bu iki olgu arasında başlamıştı sanki benim için.

Biz tam şifacı değiliz ablam bizimki ele güne yardım işte. Buna şifacı bulmak lazım.

Görücü ve işiticilik işe yaramıyordu, sadece aktarabilirsiniz. Şifacılık, gereklilik halini alıyordu insan için.

Kesin felaketler, kesin inançlarla önlenir ancak ve ancak…

Ey yaşamın ve adaletin kaynağı olan Tanrım, manevi ve aşkın güzelliğin sahibi, biz ölümlülere şifa vermek şanındandır.

Bize bu yolu aç ya da kırkayağa verdiğin gibi karakterli bir son ver…

25 Ağustos 2023 12-13 dakika 27 denemesi var.
Beğenenler (2)
Yorumlar (2)
  • Son cümlene bir "Alaş!" diyerek başlayayım.

    Bir konuya açıklık getireyim, ezeli ve ebedi bir "köpekçi" olarak. Çok düşündüm Abi, bir köpek eğer bir insanı sahibi beleldi ise onun yeri o sahibin yanıdır... Öyle mutlu oluyorlar. Bahçeymiş, arsaymış, doğaymış, bizim elimizle yapılmış olsa da pek takmıyorlar. Bunun üstüne deneyler de yaptım.

    Geçen gece, aldım benimkileri, hemen yandaki parka doğru koyuldum yola. Oynadık, koşturduk. Oyunumuz genelde, Stella'nın ağzına bir pet şişe veririm, Pietro ile ben kovalarız. Dişi ya, bayılıyor. İki tane kara adam peşinden koşuyor. Eh, hem onlara hem de bana egzersiz bir yandan da... Yorulunca yere oturuveriyorlar. Biraz soluk aldırıp, tekrar başlatıyorum oyunu "gel kız buraya sarıııııı"... (: Dört kez beş kez yorulup oturuyorlar ve artık yavaştan evin yolunu tutuyoruz. En sevdiğim rutinimdir. Sonra dönüşe geçtik. Buralar yeşil. Şehrin en yeşil yerlerinden, yine bir şehir kisvesinde. E kirpiler de yaşıyor. Erkek bir şeye kitlendi. Sonra zıpladı. Anladım hemen kirpi olduğunu. "Oğlum salak mısın sen," derken, tam oraya dişi kitlendi. Erkek katiyen yaklaşmıyor hatta kirpiye basmamak için uzaktan uzağa dikkatle gidiyor. Dişiyi bağır çağır, komutlarla aldım. Eve bir geldik ki; dişide 10-15 tane ok. Suratıma bakıp gülüyor. En ufak bir acı ibaresi yok yüzünde, ki acı eşikleri gerçekten en yüksek köpek türü bunlar bence.

    O gece çok düşündüm be Abi. Erkeği, çok dengeli, sevgi dolu, güvenilir, "babacan" bulurum, olgun bir ruh olduğunu düşünürüm. Ki o da her hareketiyle bunu gösterir. Evin etrafında dolaşanlara kızar sadece, bir de arkamızdan sinsice yaklaştığını düşündüğü kişilere. Onun dışında çok sevecendir, olgundur, bir çoklarından "adamdır", karakterlidir. Stella ise tam bir yaramaz. Tam bir fırlama. Kirpiyi oklara da boğulsa öldürürdü orada bıraksam... Ruhumun olgunlaştığını, git gide Pietro'ya benzediğimi, hataların hata olduğunu artık daha iyi algıladığımı ve hayatımı da buna göre yaşadığımı düşündüm. Zerre korkak da değildir Pietro, bıraksam 10 15 tane köpeğe dalar. Öleceğini bilsin, hem beni hem de Stellasını korumaya gözünü kırpmadan gider, ama gerektiğinde "gider"... :)

    Hayvanları izlemek, benim için büyük mutluluk sebebi. Yoldaki kediyi de havadaki kuşu da, hepsini de... Onlardan öğrenecek ne çok şeyimiz var. Ölmeyi bir kırkayaktan öğrenmek ise aşmışlık ister, "Tanrı kamerası" niteliğinde gözler olmayı gerektirir. Sonsuz saygı uyandırır ben de...

    Zaferimizin 101.yılı KUTlu olsun. 1001.sini kutlama fırsatını torunlarımıza, onlara "Ata" olabilme yetisini ise bize bahşetsin Tanrım.