Kelimelerin Dili

İlhamın kalemi yakını görmeye meyyaldir. Kalemi tutanın içinde başlar yazının yolculuğu. Duygu, onu yaşayanın malıysa, duygunun kâğıda yansıyan cüzi tecellisi de sahibinden başkası olamaz.
Bana göre, işte bu sebepledir ki edibe ' Neden bu konu?' şeklinde bir soru sorulamaz. Şiir, hikâye, deneme, roman, mektup duyguların resmi değildir de nedir? Kelimeler de içimizdeki çığlığın tercümanlarıdır. Her ne kadar duyguların hudutlarını tarif edemese de kelimeler, katre miktarı da olsa yürekten hayat aparmıştır. Bir birine zincirlenen kelimeler, kâğıdın ruhsuz bedeninde yek ahenk raks ederken, duygular kafesinden çıkıp nefes alacaktır.
Bir profesörün fikri, bilgilerinin tahakkümündedir. Bize kelimelerin şeceresini detayıyla anlatabilir profesör. İlgilenirsek bilgileniriz ancak duygu yüklenmeyen kelimeler sığ ve bayattır. Beynimizde bir soru işareti eksiltebilir akademik yazılar fakat gönlümüzde var olan bir boşluğu asla dolduramaz. İçimizde yaşayan hisleri coşturamaz. Gönlümüze o sıcaklığı sunamayan kelimeler samimi bir karşılama da bekleyemez bizden. Akademik resmiyet papyonu veya kravatıyla karşımıza dikiliverirse, suni bir gülücük ve saygı görecektir bizden. Yaşanmadan yazılmış hiçbir kelime bence ona kayıtsız teslim olmayı gerektirmez.
Yazarla edibi de bu noktada ayırmak doğru olur mu acaba? 'Yazmak' eyleminin faili olmaktan çok ' Yaşadığını yazan' değil midir edip? Tıpkı aydın ve entelektüel ayrımında olduğu gibi, yazar ve edip arasında da benzeri bir ayrım vardır. Entelektüelin bilgisi pragmaya endekslidir. Oysa aydın, faydaya bel bağlamaz. Aydın, etrafını parlatandır, ışık verendir. Eski dildeki karşılığı 'Münevver' olan bu kelime vücut bulduğu beyinde kalbin ağırlığını da yüklenir. Entelektüeldeki pragmatik yaklaşım, aydın da duygusal bir libasla ortaya çıkar.
'Yazmak' fiilinden türeyen, 'Yazar' kelimesi, içeriğindeki anlam bakımından, kalemi eline alan olarak ta değerlendirilebilir. Edip ise edebiyatı yazandır. 'Yazar' kelimesini kapsadığı gibi bir de yazdığını hissedendir.
Bu nedenle, duygulardan soyutlanarak kaleme alınmış bir yazı ile edebi değer taşıyan bir yazıyı kelimelerin duygularına bakarak ayırabiliriz. Edebi bir yazı tarihi bir vesika olabilir ancak her tarihi vesika edebi metin değildir. Bu misalde olduğu gibi edebiyat, diğer bütün bilimlerden beslenebilir. Kapsadığı bilimlerle arasındaki tek fark ise onu icra edenin penceresinden bakılmış olmasıdır. Edebiyat edibin penceresidir bir anlamda.
Duygunun girift sokaklarında ışık arayan kalbin sesi cümle cümle, dize dize yükselirken, kendi karanlığını parçalayan ışık tecessüm ediverir kelimelerle. Nalânın aldığı nefestir o vakit kelimeler. Edip, nalânın kendisidir. Her inilti bir kelimedir.
Duygunun kaynağını sorgulamak ya da duyguyu küçümsemek yerine, onun saflığına berraklığına bakmak, kalemi tutanın içindeki çağlayanı görebilmek gerekir. Elbette ki melankolik bir kalemden türeyen her yazı edebiyat ürünü değildir. Buna paralel, belki biraz melankoli içe dalmayı kolaylaştırır ve yazının kapsamını genişletebilir.
Fayda fikri edebiyatın en büyük düşmanıdır. Zira edebiyatı hor görenlerin tek dayanağı da budur. Birçok kez, ' Ne faydası var?' sorusu ile muhatap olmak ta belki bundandır. Oysa hayat kelimelerle yaşanır. Sıkıntımızın havlusu durumunda olan kelimeleri hor görenlerin son dayanağı belki de bu yüzden bir tetiktir.
Coşkun akarsulara benttir edip. Edebiyat ise artık o bendi doldurup taşmaya başlayan sudur. Galiba ' Edip neyi yaşarsa onu taşar' demek en doğru özet olacaktır. Edibin kelimeleri, edibin ruhuyla aynı dili konuşur.

29 Temmuz 2012 3-4 dakika 7 denemesi var.
Yorumlar (1)
  • 11 yıl önce

    'Edip neyi yaşarsa onu taşar' Muhakkak doğru bir tabir.Bahçıvanın dilinden anlayan çiçekleridir edibin içini ifşa eden de kelimeleri ve değindiğiniz gibi onlara ruhlarını üflemek gerekir yoksa bir kelimeden öteye geçemezler. Toplumun belli bir kesimi de olsa kimseyi temsil edemezler. Yazı oldukça başarılı. Ayrımlar daha doğrusu farklar en belirgin haliyle sunulmuş.

    Tebrik ediyorum efendim.