Kenar Mahallede Bir Pazar Günü

Çağdaş Türkü’nün 1986 yılında çıkardığı albümün en sevdiğim şarkısıdır “Kenar Mahallede Bir Pazar Günü…”

“Kenar mahallede bir pazar günü
Buğulanır toprak yol ve damlar
Sabah güneşinin ilk akıntılarında
Göğü turuncu bir ağ kaplar

Konuşmalar, küfürler, çocuk çığlıkları
Öper yüzünü yeni bir sabahın
Çamaşırlar hışırdar avlularda
Bayrakları gibi fukaralığın

Kahveye çıkar birer ikişer erkekler
Yayılarak otururlar iskemlelerde
Çay bardakları şıngırdar, radyo bağırır
Bir haftanın yorgunluğu akar iliklerde

Ötelerde, portakal bahçelerinde
Gün ışığı dans eder sabah yeliyle
Arklardaki sular el çırpar
Ürpertirler toprağı titretircesine

Bir çocuk çitleri usulca aşar
Geçer uyuklayan bekçinin önünden
Bir damla kalır gömleğinin içinde
Uzayıp giden portakal denizinden

Tulumbada yüzünü yıkar bir işçi
Daha uyanmayan karısına seslenerek
Kalkar kadın, elinde bir havlu
Geceki yorgunluğunu anlatır ezilerek

Bir kumru tüner dallarına o zaman
Avludaki yaşlı dut ağacının
Ona sevgiyle gülümser işçi
Sonra sarar belini kadınının

Sokaklarda satıcıların bağırtıları
Kapıların önünde iyice tizleşir
Kenar mahallede bir pazar günü
Böyle başladı, nasıl biter kim bilir?”

Ahmet Erhan’ın bu güzel şiirinin bestelenmiş halini, Tolga Çandar’ın sesinden dinlemeye bayılırım.

Bu şarkıyı her dinlediğimde, çocukluğumun pazar günlerine dönerim. Günlük, güneşlik bir ilkbahar günü kuruluverir gözlerimin önünde hayalen. El değmemiş sabahlara uyanır, insan kokusunun bulaşmadığı, kelimelerin ve insan seslerinin kirletmediği bir dağ eteğinde bulurum kendimi. Usulca şehre doğru inerken, yaban çiçeklerini bırakırken geride, seher yeliyle kol kola yürürüm. Güneş gökyüzünden son yıldızları da silerken, kelebekler uçuşurken papatya denizinde, dereler gözlerimde parıldar. Babam, sol omzuna alıp da evimizin içine kadar getirdiği güneşi ve gözlerindeki ışıltıyı paylaşır bizimle. Annemi neşeli bir ezginin içinde bulurum sonra. Dağ yamaçlarında sincaplarla saklambaç oynayan çocuklar, birer ikişer dizilirler karşıma. Sokaktan geçen nayloncunun, pamuk şeker satan ihtiyar adamın, sütçünün, dönme dolapçının sesi yükselirken göğe doğru, kuş cıvıltıları çarpar kulaklarıma.

Dedemin eski radyosundan dinlediği Hasan Mutlucan türküsü, birkaç sokak ötedeki sokak düğününden gelen Leylim Ley ile zeybek oynar gökyüzünde. Davul ve zurna sesiyle, halaya durur gökte uçuşan kuşlar.

Elindeki çalı süpürgeyle avluyu süpüren anneannemin neşesi, erik ağacında çiçeklenir. Dut ağacının gölgesinde dolanan tavuklar, annemin çitlerle çevrelediği minik sebze bahçesine dikmişken gözlerini, bulutlar ıslak bir şarkı için toplanmaktadırlar masmavi bir tarlayı yavaş yavaş beyaza bürüyerek.

Kış boyunca bakımsız kalan saçlarını usulca açan ilkbahara, ılık rüzgarlar yarenlik eder. İhtiyar teyzelerin, türkü kokulu ağızlarından dökülen ninnilerle uyuklarken kediler, uçurtmalar mavilikleri yırtarken, çocuklar tazecik çimenlerin üstünde tepinir sonra. Bir anne eli hassasiyetiyle okşarken rüzgar çocukların pespembe yanaklarını, akortsuz bir gitar gibi gıcırdar ağaçların dalları.

Öğle yemeğinin ardından avluya inen babam, telaş içinde gelip geçiveren bahar yağmurunun misk-i ambere boyadığı toprağı avucuna alarak kokladıktan sonra tadilat işleriyle oyalarken kendini, şeftali ağacına astığı radyosundan Tansu Polatkan’ın sesi duyulur.

“Cüneyt’in ceza alanı sol çizgisinden kaldırdığı topu göğsünde yumuşatarak düzgün bir vuruşla kalecinin sağından ağlarla buluşturan Prekazi, yedek kulübesine doğru koşuyor. Ali Sami Yen Stadı’nda dakikalar 78’i gösterirken, Galatasaray Sarıyer karşısında skoru 3-0’a getiriyor. Evet sayın dinleyenler; söz yeniden merkezde…”

Gün akşama dönerken, dağların başı kızıla boyanırken, tatlı bir huzur tüter evlerin bacasından. Kentin üstüne yavaş yavaş çökerken sükunet, sofrada baş köşeye kurulur bereket. Aynı tabağa sallanır kaşık. Tarhana çorbası, kuru fasulye, bulgur pilavı, bir tas da cacık…

Camının bir köşesi kırılmış penceresinden yıldızları seyre dalan bir çocuğun karaladığı şiirle aydınlanır gece. Bir ihtiyarın dilinden dökülen naftalin kokulu bir türküyle serinler. Gecenin kolları sarmalarken kenti, ay herkese eşit gülümserken, mis gibi kokan temiz çarşaflara serilir düş yorgunu bedenler.

Bir şiiri, bir şarkıyı paylaşır, umut kırıntılarını bölüşür kenar mahalle çocukları. Gözyaşlarıyla yıkadıkları, kurusun diye çamaşır tellerine serdikleri, güneş yanığı hayallere sahiptir kenar mahalle kadınları. Her bedene, bir beden büyük gelen acılarla yoğrulmuştur kenar mahalle adamları. Ama eldekiyle yetinmeyi, elde olanı bölüşmeyi, ne olursa olsun gülümsemeyi, hayatı özümsemeyi bilirler kenar mahalle insanları. Çünkü, hakiki, samimi, mütevazi hayatlar, buralarda yaşanır. Gerisi sahte ve samimiyetsiz yaşamcıklardır sadece…

18 Ekim 2019 4-5 dakika 5 denemesi var.
Yorumlar