Kendi Hikayesini Yazan Kadın
Sabahın ilk ışıkları, şehrin eski taş duvarlarına ince bir altın rengi serpiştirirken, kadın dar sokaklardan geçerek kentin en yüksek noktasına doğru yürüyordu. Geceden kalma serinlik, ceketinin yakasını kaldırmasına neden oldu ama bu soğuk onu durduramazdı. Uzun zamandır içinde büyüyen bir çağrı vardı: Kendi hikâyesini yazma zamanı gelmişti.
Tırmandığı patika yılların ağırlığını taşıyordu. Çatlamış taşların arasında filizlenmiş otlar, zamanın izlerini örtmeye çalışıyordu. Burası tıpkı onun zihni gibiydi: Eskimiş ama içinde hâlâ yeni bir hayat taşıyan anılarla doluydu. Başkalarının hikâyelerinde hep bir yan karakter gibi hissetmişti kendini. Sevmiş ama unutulmuş, vermiş ama hatırlanmamış, var olmuş ama hiç fark edilmemişti.
Bugün, bu patikada yürürken, yılların sessizce içinde biriktirdiği yankıları birer birer geride bırakmaya karar verdi. Adımları geçmişin ağırlığını taşımaktan yorulmuştu ama artık hafiflemek istiyordu.
Rüzgâr, saçlarını usulca savurduğunda, uzaklarda bir kilisenin çanı çaldı. Henüz uyanmamış bir şehrin içinde yürüyordu ama düşünceleri çoktan uyanmıştı.
Yıllar boyunca kendini başkalarının beklentilerine göre şekillendirmişti. Daha sessiz ol, daha uyumlu ol, fazla isteme, fazla hissetme… Küçük yaşlardan beri duyduğu bu sözler, onun kendi sesi yerine başkalarının seslerini benimsemesine neden olmuştu. Ama kendi sesin fısıltıdan öteye gitmiyorsa, var olduğunu nasıl hissedersin?
Bu soru, içini titretti.
Patikanın sonunda bir kaya vardı. O kayanın üzerinde eski, aşınmış bir defter gördü. Sayfalarına yılların tozu sinmişti. Titrek bir el yazısıyla yazılmış cümleler gözlerine çarptı:
"Eğer bir gün beni unutursan, bil ki ben hep buradayım. Gökyüzünde, rüzgârın dokunduğu her yerde seni izliyorum."
Kim yazmıştı bunu? Bir zamanlar burada durmuş, gökyüzüne bakmış biri mi? Yoksa geçmişte kaybolmuş bir sevda mı?
Bu sözlerin kimden geldiği önemli değildi artık. Önemli olan, onun için bir işaret gibi görünmesiydi. Çünkü geçmiş her zaman orada olacaktı, ama ona yön vermek zorunda değildi.
Kadın, defteri nazikçe yerine bıraktı. Başını kaldırıp gökyüzüne baktığında, içindeki ağırlığın azaldığını hissetti.
Gökyüzü… Hep aynı, hep uzak ama aslında en yakınımızda.
Sonunda patikanın zirvesine vardığında, ayaklarının altındaki şehir, küçülmüş bir maket gibi görünüyordu. Yıllarca gözünde devleşen, onu boğan sokaklar şimdi ne kadar da küçük kalıyordu.
Ve işte tam o anda anladı:
Yeniden başlamak, geçmişi unutmak değil; onun ağırlığını taşımadan yürüyebilmeyi öğrenmekti.
Derin bir nefes aldı.
İlk defa, gerçekten hafif hissediyordu.
Gözlerini kapattı, gökyüzüne uzandı ve kendi hikâyesinin başrolü olmayı kabul etti.