Kırk Yıl Önce Kırk Yıl Sonra İki Mektup Hikayesi

Haberleşme, hızı ne olursa olsun, ilk çağlardan günümüze kadar mutlak bir ihtiyaçtır.
Haberleşme olmaksızın sosyal örgütlerin ve devlet kurumlarının görevlerini yapabilmesi mümkün değildir. Günümüzün mobil telefonlarında sağlanan yeni nesil 3G teknolojisiyle eşzamanlı kişiler ve mekanlar arasında iletişim kurmanın kolaylıklarına tanık olmaya başladık.
Hal böyleyken yazılı veya iletilebilir mesajların güvenli ellerle yerine ulaştırılması da elbette önem taşır. Burada da yeniliklere açık olmak gerekmektedir.
Geçmişte yaşanmış bir asker mektubu olayı ile günümüzde bir taahhütlü mektuba yüklenen misyon arasındaki çarpıcı farkı dikkatlere sunmak istiyorum.
Kaçkar Dağlarının ova ile denize bakan hem yayla hem de köy olan bir yerleşim yerinde dul bir hanım askere gönderdiği oğlundan sağlık haberi beklemektedir. Günler haftaları, haftalar ayları kovalamış, işkence gibi tam altı ay dua ile geçmiştir. Halamıza oğlundan bir haber verecek mektup henüz annesinin eline ulaşmamıştır. Köyden üç saatlik bir mesafede nahiye gibi bir merkezi yerleşim birimine haftada bir uğranılmakta ve önemli şeyler karşılıklı yerlerine ulaştırılmaktadır. O hafta da bir haber çıkmayınca dul kadın, yeğeni olan bir erkek çocuğu tembihleyip yola çıkarır. İçine doğmuştur, belki mektubu hanlarda eğleştirilip alınmayı beklemektedir.
Çocuk yola koyulur, bayırlardan uçarcasına iner, derenin düzlüğünde bir atlıyla selamlaşır. Atlı da o köydendir ama fazla konuşmadan, sorgu sual etmeden ikisi de zıt yönde yollarına devam ederler.
Çocuk acele ile hanlardaki kahvehanelere varır, bakkallara hatunun adına söylenecek sözleri söyler, amma oralarda eğleşen bir asker mektubu olmadığını öğrenmenin verdiği üzücü bir halde yeniden aştığı yollardan dağ köyüne dönmeye başlar.
İçinde talihsizliğe lanet hissi vardır. Dul hatun halasına bu eli boş dönüşü nasıl anlatacağını bilememekte ve kafasında türlü düşünceler taşımaktadır.
Akşamın oluşuna yakın, uzun yaz gününün sonunda köye varır, hatun halasının evine yönelir. Evin kapısında bir at görür. Bu atın yolda karşılaştığı adama ait olduğunu hatırlar. At yemlerden yem beğenirken evin içinden de sevinçli sesler gelmektedir.
Çocuk içeriye girer, halasına üzüntüsünden ne diyeceğini bilemez haldedir. Tanıdıkları olan atın süvarisinin yanında cesaretini toplayabileceğini düşünür. İçeriye girerken halası seslenir:
-Ben dememiş miydim, oğlumdan mektup var diye. Gel gör, işte mektup... Sen onu benim için bir daha okur musun?
Çocuk halasının sevinç göz yaşları arasında mektubu tekrar tekrar okur...
Hatun hanım yeğeniyle birlikte bu muştucu atlıyı uğurlarken PTT'nin belki kuruşluk bir maliyetle taşıdığı mektuba karşılık göz aydınlığı olmak üzere o günün değeriyle en az beş yüz liralık bir katık (tereyeğ+peynir+çökelek ) hazırlayıp verir.
İşte elli yıl öncesinin bir kadir kıymet bilici davranışı, zor olan haberleşmenin taşıdığı yere göğe sığdırılamaz önemi...
Bir de günümüze bakalım. PTT, Türk Telekom'un kendisinden ayrılmasıyla oldukça küçülmüş,bankacılık hizmetleri olmasa mensubuna para veremeyecek bir durumda. Kurye hizmetlerini, telgraf çekimlerini mektup gibi evrak dağıtıcılığıyla birlikte yürütüyor.
Teşkilatın eline aldığı belgeyi sanki muhatabına vermemek ister gibi bir zorlaştırma yapan görevlileri de var.
Seçimde Yüksek Seçim Kurumunun kimlik numarasız vatandaşlara oy kullandırtmamak kararını uygulaması gibi bazı görevliler vatandaşa hizmeti işkenceye dönüştürüyorlar...
Geçen gün (27.07.2009) evime döndüğümde akşam posta kutusunda okulundan kızıma gelen bir taahhütlü mektubu bildiren bir haber kağıdı ile karşılaştım. En yakın PTT Şubesi olan İnönü Mahallesi PTT Şubesine giderek alınmasının gerektiği hatırlatılıyordu.
Sonraki günün sabahında Batıkent PTT Şubesine uğradım. Kızımın yerine kimliğimi göstererek mektubu almak istedim. Çünkü kızım Ankara dışındaydı ve ilköğretimi yeni bitirmiş olup orta öğretim yerleştirmelerini beklemekteydi.
Bana mektup sahibi kişinin bizzat kendisinin gelmesi gerektiğini ifade ettiler. Israrlı kimlik göstermem bir işe yaramadı. Sonradan müdür olduğunu çıkardığım kişi memure ile birlikte '' kızımın illa resimli nüfus cüzdanını şubeye fakslaması gerektiğini, aksi halde yardımcı(?) olamayacaklarını '' söylediler.
Diğer gün nüfus kayıt örneğiyle aynı işlemi yapmaya çalıştım. Yine eski beyanlarını tekrarladılar.
Eğer bu durum yeni çıkan bir uygulama ise bunun vatandaşa iyi anlatılması gerekmez mi? Yok, yeni müdür olmuş işgüzarın bireysel uygulaması ise PTT kendi personelini eğitmek zorunda değil midir?
Konuyu şikayet için ilettiğim Ankara PTT Taahhütlü servisi de (siz gidin tekrar, o şekilde vermezlerse bize telefon açın!), demezler mi?
Dünün zor şartlarında yürütülen haberleşme hizmetinin dağ köylerinde bile insanımızı mutlu kılmasına karşılık, bugünün yenileşen teknik kolaylıklarıyla haberleşmenin güya gizlilik ve güvenlik adına, kripto gibi değerlendirilip ne kadar daha bela haline getirildiğini gösteren bu davranış irdelenmeye muhtaçtır.
Dağ köyündeki Hatun Hanımı kırk yıl önce böyle mutlu eden PTT, bugün şehirlerimizdeki insanları hangi akla hizmet yöntemle böylesine mutsuz kılıyor? Anlamak mümkün değildir.
Vatandaş zora mı itiliyor, yoksa vatandaşa hizmet mi veriliyor?
Lütfen ölçüyü kaçırtmayalım!
Selam ve saygılarımla...

28 Kasım 2010 5-6 dakika 9 denemesi var.
Yorumlar