Köprüde Kalan Yaralar
Kasım sonbaharı bugün Kırklareli'nde. Cebimdeki son kuruşu da çay ocağına bıraktım. Yapraklar dökülürken hafif bir titremeyle sarılıyor bana sessizlik. Gümüş renkli anılar boğazımda düğümlenmiş, her yudum suda bir parçası çözülüyor sanki. Karadeniz'in nem kokan rüzgârlarına alışkın tenim, İç Ege'nin kuru sıcağına bir türlü ısınamadı. Pusulam şaşmış gibi dönüp duruyorum aynı yerlerde.
"Gözlerin yeşil bir dağ gölüydü
Ben boğuldum, sen sustun.
İsmim dudaklarında kurumadan
Rüzgârın peşine takılıp uzaklaştın.
Ah benim zehirli şekerim!
Ellerindeki çizgilerle kaderimi yazmaya kalktın.
Benim ruhumda yangın çıkar,
Hiç mi yanmadın?
Yandın ki söndün."
Artık Ergene'nin kıyısında geçen çocukluğumdan kalan anılar bile beni teselli etmiyor. Bir fesleğen ve bir fener yitirdikten sonra gece mavisi bile teselli etmiyor insanı. Oysa sevmeyi bilmekten başka marifeti olmayan benim için, Safranbolu'nun taş sokaklarında yeni bir nefes bulmak imkânsız olmamalı. Ama hayır, imkânsız. Arayışta olmayanlar, sessizce kenarda duranlar için hayat daha da acımasız. Sarıkamış'ın soğuğunda donan askerler gibi, bir yanım hep donuyor içimden. Hani ne derler, "ateş düştüğü yeri yakar" - yüreğim yanıyor işte, kimseler görmüyor.
Geceleri Trakya'nın o serin rüzgârını hayal ediyorum; Tekirdağ sahilinde martılara simit atarken duyduğum kahkahaları. Ama zor, çok zor oraya dönmek. Ege bir kere sardı mı kollarını, kolay kolay bırakmaz insanı. Balıkesir'in o tozlu yollarında kayboldum ben, bulamıyorum kendimi.
Nevruz yaklaşıyor, bahar geliyor güya. Benim ise avuçlarımda dilek tutacak kadar umut tanesi kalmadı. Sadece küçük bir fısıltı var içimde: "Belki bir gün..."
Turgay Kurtuluş