Köpüklerin Valsi

Konak'tan Karşıyaka'ya kadar süren bir deniz sefası için, iskeleyi hızla geçip vapurun açık taraflarında hemen bir yer buldum kendime. Kaptan, siren sesiyle bu heybetli vapurun kalkmak üzere olduğu bildiriyordu yolcularına. Ve artık denizin üstündeki bir ördek gibi, edalı edalı ve kendinden emin bir görüntüyle mavi yolculuğa başladık.

Her mevsim değişir rengi. Bazen masmavi olur, bazen turkuazı andırır, bazen de laciverde çalar deniz. Bu seferse, gökyüzündeki bulutları yansıtan bir ayna görüntüsünde, kapalı bir maviye büründü deniz.
Her mevsim farklılaşan denizin rengi gibi farklılaşır onu izleyen gözlerin yüreğinin rengi de. Masmavi deniz, mutluluk verir bakan gözlerin yüreğine. Turkuaz deniz, huzur verir gönüllere. Laciverde çalan koyu renkteki denizse, bazılarının içini karartsa da denizin her haline alışık, onun sadece gökyüzünün yansıması olduğunu bilerek ona bakan gözlerin yüreğine doğan kötü duygularda bir kabahati olmadığını bilen benim gibiler, böyle kara bir deniz de bile huzur ve mutluluk duyacak bir halini bulup, denize olan aşkını tazelerler.

Ben düşünürken böyle, vapur hareketlenmeye başladı o kulakları çınlatan gürültüsüyle. Vapurun artan hızıyla beraber, bembeyaz köpüklerin eşliğinde, muhteşem bir yolculuk başladığını düşünmeye başladım. Dalgalar vapurun hızı artıkça öyle çok şiddetleniyorduki, heyecanlandırıyordu yüreğimi. Vapur, denizden karaya kaçmaya çalışan her damlayı, engellemek için sanki git gide artırıyordu şiddetini. Denizi oluşturan her damlanın, karayla birleşmesini istemiyordu adeta. Belki de küçülüp, deniz olamamaktan korkuyordu...

Her damlaysa, dalgaları oluşturuyor ve bembeyaz köpüklere dönüşüyordu vapurun gövdesine her çarpışında. Her damla sırasını bekliyordu. En geride olan, en büyük köpüklere sahip olan dalgalara dönüşüyordu. Sürekli ileri ve geri giden bu ritmik ve koca adımlarla, köpüklerin hayat verdiği bir vals seyrediyordum adeta hayranlık içinde. Dalgaların şahlandıkça her defasında git gide duyduğum zevkin arttığını bir kez daha anlıyordum. Ne vapurun motorun çıkardığı ses ne de insanların sesi umrumda değildi bu zevk karşısında. Savrulan saçlarım ve rüzgardan uçuşan elbisem bile pür dikkat izlediğim bu bembeyaz köpüklerin, huzur veren heyecanlı dans gösterisini izlemekten beni alıkoyamıyordu.

Aslında esen rüzgar karşısında üşüyordu bedenim. Ama yüreğim öyle sıcaktıki, ne üzerime esen yel, ne de tenime değen denizden fırlayan damlacıklar üşütüyordu beni. Sadece sıcak yüreğime, hoş bir serinlik veriyor. Derken bir şeyin eksik olduğunu fark ettim. Martılar. Evet martılar yoktu bu seferki mavi yolculukta. Cıvıl cıvıl öten bir tek martı bile yoktu vapurun peşinde. Halbuki üç mevsim boyunca; sonbahar, kış ve ilkbaharda hep hali hazırda beklerdi vapurların geliş ve gidişini. Bir esen, bir yağan, kimi zaman soğuk kimi zaman haddinden fazla sıcak geçen son zamanların en değişik iklimi yaşayan bu güzel şehrin havasının nazını onca mevsim çekip. insanların hayranlık bakışları altında, atılan gevrek parçalarını kapmak için can atıp, birbirleriyle yarış eden o güzelim kuşlar, üç mevsim vapur yolculuklarında insanlara yarenlik ettikten sonra anlaşılan, gelen yaza dayanamayıp terki diyar ettiler bu şehri. Onlarda beni yalnızlığımla baş başa bıraktılar bu kalabalığın ortasında yani..O canıım, güzelim akıllı kuşlar da yok oldular artık. Belki de göç mevsimi geldi ve gittiler bilemiyorum. Sonuçta terk ettiler bu şehri, nedeni neyse ne, gittiler işte...Sadece bir tane kuş görünüyordu çok uzaktan. Martı mıydı tam serçe miydi, seçemedim cinsini. Denizin üstünde bir müddet döndü durdu bu garip kuş. Ya dans ediyordu, bütün denizin kendine kalışıyla ya da ağıt yakıyordu, tek başına kaldığı için koca denizde. Bir müddet döndükten sonra olduğu yeri, uçtu gitti karaya. Belki de yarenini ve ait olduğu sürüyü bulmak için, bir umutla düştü yollara. Yolu açık olsun diye diledim içimden..

Sonra yine denizin güzelliğine daldım. Orda, denizin üstünde olmak istedim. Evet, denize teslim etmek istedim ruhumu, üstünde hatta dibinde savrulmak istedim, hayatı karada bırakıp. Deniz değersiz gördüklerini üstünde bırakır, değer verdiklerini içeri alır diye aklımdan geçirdim bir an. Tıpki ağırlığı olmayan plastik şişeleri suyun üstünde bırakıp, ağırlığı olan maddeleri suyun altına çekmesi gibi. Ve, acaba beni de dibine alır mı ? Yoksa suyun yüzüne mi bırakır bedenimi.

Derken köpükler yine değdi gözlerime. Düşünmek değil, sadece beyazın, mavinin huzuruna dalmak istiyordu ruhum. Çünkü onları izlemek öyle keyif veriyordu ki bana, bu sefer de çevremdeki insanların da bu güzellikleri fark edenleri aramak için kestim bu gösteriyi izleme keyfimi. Başımı çevirene kadar, vapura bindiğim andan bu ana kadar, başka bir ses duymadığımı fark ettim bir an. Derken, bir küçük çocuk ilişti gözüme. Elindeki köpük oyuncağıyla baloncuklar çıkartıp gülümsüyordu etrafına. Sanırsın ondan mutlusu yoktu orda. Yoktu elbette. Ben, onun halini seyrederken, çocuğun yanındaki kadın oturmak için onu beklediği düşünüp, yüreğindeki şevkatin yüzüne yansıyan haliyle, kenara çekilip, yer açtı bana oturduğu bankta . Yüreğimin, onun insaniyetinden memnum olmuşun yansıdığı gülüşümle, oturdum yanına.

Her zamanki gibi denize doğru, ayaklarımı yaslamaya hazırlanırken vapurun kenarlıklarına, elbisemin boyutu engelledi bu sefer özgürlüğümü. Oysa ben düşüncelere dalmışken hala izlemeye devam ettiğim köpüklerin dansını, bu sefer dizlerimi bankın üstüne koyup, iyice sarılarak, bir çocuk heyecanın yarattığı edayla izlemek istedim bu güzelliği. Olmadı. Hevesim kursağımda kalırken, sol tarafımdaki iki sevgili çekti dikkatimi. El ele tutuşmuş, aşkla muhabbet ediyorlardı gülerek. Düşündüm o an bende. Acaba bu çocuk gibi, elimdeki plastik bir oyuncakla mı mutlıu olmak isterdim ? Yoksa elimde sevgilimin elinin olmasıyle mı mutlu olmak isterdim? Düşündüm. Kendime verdiğimse, hiç birinin yerinde olmak istemedimdi. Çocuk olmak istemedim. Çünkü çocukluğumda o çok sevdiğim, sevdiğim yoktu yanımda. Elimde sevgilimin eli olsun istemedim. Çünkü asla benim elimde eli olan ve olacak olan sevgilimin eli, bu son sevdiğim eli olmadı. Belli ki olamayacakta. Şimdiki gibi yalnız olmayı istedim yani bu önümdeki iki tablonun karşısında. Onca kalabalığın içinde yalnız kalmayı seçen hep bendim.
Şimdi neden pişman olayım ki ? Diye düşündüm, Karşıyaka tüm ihtişamıyla karada belirmeye başladığı anda. Sonra gözlerim, arkaları bize dönük oturan insanlar takıldı. Çok değil birkaç mevsim önce onların yerinde oturan halimiz geldi aklıma. Şimdiyse yalnız oturmak bile gelmiyor içimden, yalnızca uzaktan bakıp o günün hayalimde canlanışı geliyor aklımaher görüşümde.

Sonra aklıma bu akşam, dönüşte almayı planladığım, o çok sevdiğim Aşkın Gözyaşları- Şems romanının elimde olduğunu hayal ettim. Gecelerimin bir bardak kahfeyle ona eşlik eden yeni arkadaşını düşününce, engel olamadım yüzümdeki gülümsemeye. Bu düşünce bile benim mutlu olamama yeterken, hiçbir şeye, hiçbir kimseye ihtiyacım olmadığını düşündüm.

Yüreğim bu düşüncelerdeyken, gözlerim yine o muhteşem köpüklerin ateşli dansındaydı. Hani derler ya, göz kamaştıran bir güzellik diye. Belki vapurdaki hiç kimse benim gibi dikkatli izlemedi bu dansı ama ben çok keyif aldım. Bir aralık bulup karaya vurmaya çalışan o inatçı minicik damlaların, onu karadan ayırmaya çalışan koca vapurun gövdesine ve tüm eziyetlerine rağmen, pes etmeden tekrar tekrar bir umutla çabalamasını izlemek bana yaşadığım en güzel zevklerden birini verdi.

Damlacıkların karaya vurduğu anda bir parça toprağa deyip kurumak pahasına, vapurla karşı deniz arenasındaki bu köpük savaşını, ben sevdasına kavuşmaya çalışan, bir umutla her engele göğüs geren, hayatın her anında savaşan, bir biçare aşığa benzettim.
Tıp ki maşuğuna kavuşmaya çalışan aşığın, bıkmadan usanmadan, zalim hayatı yenmeye çalışan bir aşkın konu edildiği bir filmde, bu filmi sinemada en önde, heyecanla izleyen bir seyirciydim bende. Filmin sonuna geldiğimde, kareleri birleştirdim teker teker, bir yapboz gibi oturdu yerine tüm parçalar.
Aşık; damlalar, maşuk; kara, vapur; zalim hayattı.. Kaybeden, damlalardan masum aşıklar, kazana vapur gibi hızla akan hayattı...

Zaman su misali aktı gitti. Anlamadım ne zaman başladı ne zaman bitti. Filmin sonu geldiğinde, yolculuğum da sonu geldi. Damlalar ve vapurun savaşındaki, köpüklerin dansını sonunu bildiren siren sesi duyuldu. Tekrar, deniz eskisi gibi berraklaşmaya, kaybeden aşıkların ardından doğan sessizliğin duyulmasına başladı. Durdu vapur. Damlalar denizde kaldı. İnsanlar karaya kavuştu. Film bitti, perde kapandı

Yine bir aşık daha maşuğuna kavuşamadı...



18 HAZİRAN 2011
S.Hisar/İZMİR
[email protected].?~~

19 Haziran 2011 8-9 dakika 11 denemesi var.
Yorumlar