Küçük Tanrı Parçacığı

Hiç umulmadık bir yerde, hiç umulmadık bir zamanda bir fotoğrafla karşılaşırsınız. Siz ona, O da size öylece bakar... Aslında hiç bıkmadan, beklercesine bakan, bekleyen belki de o fotoğraftaki olabilir!... Kim bilir?..

O an, işte o an fotoğraftakinin ağzı,dili vardır da siz lal olursunuz!..Tek ama tek bir cümleyi içinizdeki o tsunamiden kurtarıp, bir iki lafı sesli dillendiremez olursunuz!..

Sonrasında dağılır sisler yavaşça, en son okuduğunuz haberin etkisinde kalıp dersiniz ki; " Büyük Hadron çarpıştırıcısı da ne?..", "Ne gerek var bunca zahmete,teknolojiye?..", "Aha da o küçük tanrı parçacığı!.."

Yaklaşık otuz yıl önceydi... Lisede on dokuz Mayıs gösterileri için haftalar öncesinden provalar yapılır, o gün gelince okulun toprak bahçesinde velilere ve gelen herkese renkli kurdeleler ve bembeyaz kıyafetler içerisinde gösteriler yapılırdı...

İşte, böyle bir günde görmüştüm onu. Benim "küçük tanrı parçacığımı!.." Hayat onunla var olmuştu!... Evrenin en güzel gözleri ondaydı!..Evrenin en güzel gülümsemesi ondaydı!... Evrenin en ulaşılamaz yerinde, uzayın en derinliklerinde henüz hiç ama hiç kimsenin varlığından bile haberinin olmadığı bir yerde duruyordu!... Kendisi bir ay kadar yakın,bir inci kadar gizlenmişti sanki!..Einstein... Zavallı Einstein görebilseydin nasıl da aştığımı ışık hızını!... Hem de fırıl fırıl gidip geldiğimi!...

Adıyla,sanıyla her bir şeyi ile mucize vardı ve gerçekleşmişti!..

Sordum;"Bu nedir,nedir bu hal?.."diye. "İlk aşk.." dediler ve eklediler arkasından; "Geçer!.."

Evet, otuz yıl geçmişti..Otuz yıl..Bir fotoğrafta belirdi..

O küçük tanrı parçacığı aşkı var ettikten sonra doğal olarak evrimleşti, değişti... Her şey ama her şey onunla değişti!.. Gençliğimiz gitti, orta yaşlılığımız geldi... Einstein... Akıllı Einstein!... Anlamıştım... Şayet, dönebilirsek gittiğimiz yerden geriye birbirimizi aynı şekilde bulamayacağımızı!...

Bakıyorum da Medusa olmuş hafifce gülümseyen bu yüz, yine aynı kararlılıkla bakan bu göz...Tekrardan karşılaşırsak ne olur?...

Hiç bir şey!..

Çocukluğumda siyah beyaz o eski sessiz filmleri izlemeyi çok severdim . Özellikle Charlie Chaplin ve Laurel& Hardy filmlerine bayılırdım... Sorardım; "Ben de onların yanına gidip, onlarla birlikte hızlı hızlı koşmak,herkesin yüzüne pasta fırlatmak istiyorum.." "Bunu yapabilir miyim?.."diye.. Anam;"Hayır oğul olmaz!.. Onlar elektriğe verilmişler, orada hep kalacaklar,dışarıya bile çıkamayacaklar o kutunun içinden!.." "Bak, sen bahçeye çıkıyorsun,dereye çimmeye gidiyorsun, arkadaşlarınla oyunlar oynuyorsun!... Olmaz!.."

Doğruymuş!... Her şey o kutunun içinde güzelmiş!... Onun için biliyorum ki şimdi karşılaşsak hiç bir şey olmayacak,olmaz!..

Sanırım, ölümsüz olanlar; müzik ve hatıralar!... Karşılaşıp karşılaşıp duruyorlar!..

Beyaz kaplanmış bir defterim vardı. Küçük Ev dizisindeki Küçük John'dan etkilenip "Günlük" yazdığım... Küçük John, her akşam yatmadan mum ışığı ya da gaz lambası ışığında geçirdiği günü özetlerdi. Ben de onu özetlerdim.. Onu gördüğüm her saati dakikası dakikasına yazardım. Kıyafetinden, kendisinin bile tahmin edemediği ruh haline değin..Kendimce uyduruk, kaydırık triplerimi de eklerdim kendimden utana sıkıla..

Şiirlerimin içi dışı onunla doluydu... Edebiyat hocam Seyit bey'den, şair arkadaşım Burhan'a,evinde müzik ziyafetlerine doyamadığım dostum Cüneyt'e, kuzenim Hasan'a, Doğu Perinçek'ten, mahalle bakkalına değin herkesin haberi oldu ona ithafen yazdığım şiir dergide yayınlanınca... Bir tek onun haberi olmadı sanırım!..Olsun!..

Yıllar çok değil az geçti..Bir gece, Barış Manço'nun "Dut Ağacı" şarkısını dinlerken fark ettim ayrıldığımızı... Ayrılmış mıydık?... Sanki Barış abi; benim yerime yazmış, benim kadar iyi anlatamazsa da olup biteni ;"Söz..söz..söz..Hep lafta kalıyor!..", "Bilekten bağlı açık sandaletler giyerdi.." "Yıllar yılı o bakışlarla uyudum,o bakışlarla uyandım..", "Tam karşımızdaki evin üçüncü katında otururlardı..", "Eskisi gibi mi diye sordum..Biraz kilo almış,o kadar..","Olsun,kim bilir kilolu olmak bile ne yakışmıştır ona..","Zaten, ne yakışmıyordu ki..", "Hala hatırlıyor musun, diye sordu. Hatırlıyor muyum?... Hiç unutmamıştım ki.." gibi şeyleri dili döndüğünce anlatıyordu işte...

Siyah beyaz bir fotoğraf ve dilsiz ben!...

O beyaz kaplı günlüklerden çok oldu!... Hiç biri onun gibi değildi!..

Bir gün Murathan Mungan'ın bir şiirindeki gibi evlendim!..

"Ölü bir yılan gibi yatıyordu aramızda
yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim
oysa bilmediğin bir şey vardı sevgilim
Ben sende bütün aşklarımı temize çektim.."



Amel Defteri/

25 Haziran 2015 4-5 dakika 61 denemesi var.
Beğenenler (1)
Yorumlar (3)
  • 8 yıl önce

    Yaşananlar hele de içinde sevda adına aşk adına güzellikler varsa unutulmuyor. Unutulmadığı gibi çok sık aklına da gelebiliyor insanın. Bir gözlerden neler neler çıkıyor ruhu bedeni etkileyen. Son cümle her şeyi özetliyor. Güzel bir yazıydı okuduğum...👍

  • 8 yıl önce

    Ahmet bey, teşekkürler..:-)

  • 8 yıl önce

    "Seçki Kurulu"na teşekkür ediyorum..Sağ olun,var olun..:-)