Kurtuluşun Felsefesi 15

15] Devletin desturu olmadan talep edilemeyeceğinin algı yaratıcı baskısı, yüzyılların aktarım birikimi ile ruhuna işletilmişti. Nesine gerekti fevri davranmak! Mevcut nizam, razı olan kullarına devlet; kendisinin, güvence olmasının garantörlüğünü iyice benimsetmişti. Yönetimin bir ihanet içinde olacağı, düşünülemezdi bile! Halkın bu türden umursamazlıklar içinde olması da; ortak kararların çabuk oluşmasında ve katılımcı girişmelerin engel olunmasında, bir olumsuzluk çiziyordu.

Bu duygularla içinde yoğrulan halktan, kararlı bir insansal yapıların oluşması pek kolaylıkla mümkün olmuyordu. Ve böylesi olumlu oluşmaların da iki yıldan daha önce ortaya çıkmasını da köstekliyordu.

Ümmetçi yapılanma ve şartlanmalar içinde, sizlerin sözleşen, talep eden, hakları olan ve haklarını arayan vatandaş oluşunuza değin yaklaşımlarlan çalışmazdı. Zaten çağdaş ve konjonktürsel olmayan devlete 'kulluk anlayışı' da buydu. Padişah halka; 'kullarım-kölelerim' derdi. Köle de mutlak itaati gözetilen esir insandı. Dinsel dokulu teokrasi anlayışının temeli budur.

Oysa çağdaş toplumlar tek otorite merkezi ile toplumun sözleşildiği, peş peşe sık sık sözleşmeler dek akitlerin düzenleşilmesi demokrasisiydi. Otorite sayılan merkezleden toplumun talepler yaratmasıydı. Oysa dinde; 'Allah dilemedikçe siz dileyemez idiniz.' Talep koymanız da; 'Allah'ın' dilemesi içinde yoktu.

Dua edecektiniz, ötesini de yine; 'Allah bilir'di. Siz onlara, yani ulul emre teslim olacaksınız. Onların, ilahi irade dedikleri yönetişlerine, ram olacaksınız. Eğer yönetim yanlış davranırsa, nasılsa Tanrı bunun hesabını onlardan soracaktır! Teokrasi gibi totalite kabilinden ballandırmalarla sizin şartlı güdülenmelerinizi, sağlarlar.

Sizin bu inancınızı aynısını, ulul emir sahiplerinin de benimser olduğunu var sayarsınız. Bu inancınızın aynısını onlarında bilir olduğunu bilirsiniz! Bu nedenle, yönetimin yanlış yapmayacağına dair inançları olan iyi bir tabiyetçi idiniz, o kadar. İşiniz basitti, siz inanarak, tatlı bir supolipi gibi, kendinizi suyun (düzenin) ritimli hareketine bırakacaktınız. Bu yeterliydi!

4- Halkın ekonomik gücü ve moral gücü de, mevcut durumun anlaşılıp geliştirilmesinde ve halkın eylem güçlerinin ortaya konulmasında; verimli bir projeksiyonuna pek müsait değildi. Bu hal de, büyük ümit kırıklığı verebilmekte idi.

5- 1908 harekâtı ile başlayan iç siyasi çatışma ve gelişme, Balkan Savaşı ile sürmüş, Birinci Dünya Savaşı mağlubiyeti ile dinmeyip, daha beter olmuştu. Şimdi düşman, burnunun dibinde değin adeta mahalle baskısı edası ile gözünün önündeydi. Düşman; halkın sabah kapıya çıktığında, ilk karşılaşacağı tanıdık yüz komşusu olmuştu! Az şey miydi bunlar? Bir yaşamın sindirip kaldıracağı bir yük müydü? Bunların bir muhasebesi yapılmış mıydı? Ya da bu muhasebe halka yaptırılmış mıydı?

Tüm bu sayılan nedenler; hem halkın durumu serinkanlılıkla değerlendirme yapmasında tereddüde neden oluyordu. Hem de durumun uzun uzun düşünülemeyecek denli de tez davranılmasını gerekli kılıyordu. Saltanatın uyuşturma telkini paralelinde hareket eden vaizci kesimler; işgalcilerin varlığı ile halkın onura dokunur olan çevre değişmelerindeki yaratılan her bir baskısının farklarını izole ediyorlardı. Vaizciler bu durumun razı olunamaz bir karşı konulacak değişme olacakta, yoğunluğun hissini henüz, ruhsal olaraktan karşı vaazlarıyla ahaliye, yaşattırmıyorlardı.

Tüm bunlar öz halk hareketinin, dip dalgası tabir edilen, halk devinmesini bir türlü istenen kararlılıkta ve çabuklukta ortaya çıkaramıyordu. Dip dalgasının oluşma verilerine değin seslenilme düzey ve düzlemi günceldi ama ahalinin çağrıları dönüştürme dekoderleri günceli çözer kodlara sahip değildi! Dünya sürekli ve ani değişmeler içinde idi. Buna uyan ve buna uygun cevapları oluşturanlar, ancak özgür ülke olarak var oluyordular.

Ama hilafetçi yapı ile bağını kesemeyen halk, altı yüzüncü yaşına göre, altı yüz birinci ve diğer yaşının her bir değişmeleri olacak olan gelişmelerin travmasını yaşayacaktı! Bu kaçınılmazdı. Ama travmaları sonradan da, siyasileştirecekler, insanların travma kusurlarından, siyasi yarar sağlayacaklardı. ülkenin başına, gizli açık bu tutumu, demokrasi içinde siyasi yobazlığı bela edip, uzun yıllar erklerini sürdürüp gelecektiler. Biyolojide, kusurun yarara dönüşme ilkesi burada, kusurun siyset yararına dönüşmesidir.

6- Çevredeki rutinlerin sürüp gider olması, değişmeleri fark ettirmezdi. Saltanat ve hilafetin yüzyılların aktarımından kaynaklı ve halkın günlük yaşamından kaynaklı buyrulan alışmaları vardı. Ve de mevcut yönetimin halk üzerinde günü birlik teskin edici, vaiz bildirileri vardı. Bu günü birlik rutin bildiriler halka; genel olarak zımniden işgal altında olduklarını sandırtmayıp, durumun geçici olduğu kabullenmesini algılatıyordu. Böylelikle durumun sesizlikle dinleşilir olması, anlayışlarıyladır ki halk, tez davranamaz olma yavaşlığı içinde görünüyordular.

Yeniye olan tedirgince direniş ve yeni durumu gözlemleyişin en temel, en belirgin nedeni, eskiye olan alışmanın tutkusudur. Alışmalarınızla, bir durumsal, pozisyonunu bozmadan, bir süre durumsal olanın kendisi ile aynı kalırsınız. Çevrenin bu aynı görünüşünü tekrar tekrar sürdürmesi, alışmanızdır. Aslında alışma daima geçici olan bir durumdur.

Ulusların hayatında, gelip geçici bir anı olan bu durum, kişisel boyutta düzenlilik ve istikrar algısı gibi olmaktadır. Alışılmaların özü o kişiyi, halkı, toplumu ya da canlı organizmayı, güvende hissettiren, bireye kaygı vermeyen durumdur. Alışılan algı, tutumda sapmayan bir durumdur. Eğer durumda bir sapma olursa, halk, birey ya da organizma bu sapmayı tepki koyan hareketlerini gayri iradi de olsa başlatır.

Bir tekrar edişin alışılmasındaki ufacık bir sapma, bireye hemen rahatsızlık verir. Kişinin titizleşip, dikkat kesilmesine neden olur. Tek düze alışma pozisyonlarımız, bir rutini olanı, sıfır durum gibiden algılayışıdır. Bu sıfırdan duruş noktası, öznenin kıyaslayabilmesi için, kişilerde referans noktasını oluşturmaktadır. Bu da kişilerin çevresini ve olayları, kıyasçı eğilimlerle anlar oluşudur.

Sürecek

07 Şubat 2011 5-6 dakika 1084 denemesi var.
Yorumlar