Kurtuluşun felsefesi 25

25] Sözün gelişi iç şartlarda 1920 ve 1923 yılları arasında gelişecek olan genç cumhuriyetin kendisini dinamikleştirir oluşmaları karşısında, dış konjonktürsellikler de buna karşı, kendi dinamiklerini ortaya koyacaktır. Bunu görmez, bilmez olmak, aydının affedilmez tavrıdır.

Bu bağlamda ve sözün gelişi Anzavurlar ayaklanması ve daha sonraki Şeyh Sayıt ayaklanmaları, dış konjonktürün yararlanmasına açıktı. Ve bu ayaklanmalar, tehdit olan konjonktürce desteklenmeye pek uygundurlar. Üstelik bu isyanların tertibi yuapılırken insan hakları soslu savunmalarla ve güya ayrılıkçı kesimlerin "kendi kaderini kendilerinin tayin etmeleri" bağlamındaki, emperyalistlerin oyun içinde oyun olan destekçi düşünmelerine de çok uygun gelişmelerdir!

Emperyalistlerin bu karşı iç isyanları sözüm ona insancıl kaygılarla destekler olmalarının nedeni; hem emperyalizmin karşısına dikilen, "kuvvacı milli direnci çökertme" amaçlarına pek uygundur, hem de daha sonraları genç cumhuriyeti içte çökertme amacına çok uygundu da ondan. Emperyalizmin bu türden "kendi kaderini kendilerinin tayin etme" destekçiliği, emperyalizmin işine geliyorsa, o öyledir.

Oysa ki tüm Dünyada "Kendi kaderlerini kendilerinin tayin etme" senaryosu, emperyalizme kol kola olmayıp, aksine direkt emperyalizme karşı olan bir ilke eylemselliktir. Oysa milli mücadelenin güya karşı iç isyancılarına tanıdıkları bu "kendi kaderlerini kendilerinin tayin etme haklılık ve hukukunu", aynı emperyalistler, "kuvvayı milliyecilere" hiç tanımamıştı! Nedendi acaba?

Direnç emperyalizme karşıydı da ondan, emperyalizmin işine gelmiyordu. Bu nedenle ve esasen de hiç bir emperyalizm, hiç bir geri ülkelerin kendi kaderlerini kendileri tayin etme hakkını sağlamazdı. Bu hal emperyalistlerce "kendi bindiği dalı, kendisinin kesmesi olurdu."

Bu tanım zaten emperyalizme karşı oluşun dirençleşmesidir. Oysa Kurtuluş Savaşındaki, yeni iç milli mücadele başlatacak oluşmanın, kendi kendine bir emperyalist güç olması olanaksızdı. Oysa genç mücadele, kendi kaderini kendi tayin etmek isteyen, kendi başının kaygılarına düşmüş bir dinamiklikti.

Böyle olunca iç isyanları genelde ve işgal altında emperyalistler yönetir. İşgal ettikleri ülkelerin iç şartları içindeki durumlarına göre ve emperiyalistlerin kendi algılarına göre; bu durumları ya desteklenir bulurlar yâ da kösteklenir biçimde görmektedirler.

Kuvvacılara karşı olan iç isyanlar da, emperyalizme karşı oluşan, "yeni ve bilinçli bir direncin" oluştuğu noktada boğulmasına yönelik bir dış destekli çapulcu isyan girişmesidirler. Bir iç isyan, ister yararcı amaçlı olsun, isterse zararlı amaçlara değin olsunlar, görünüş yüzleri daima halkın onamasına yöneliktir. Her oluşma, meşruiyetlik eksenleşmesi içinde, olmak zorundadır.

Karşı iç isyanların, görünür makyaj yüzüne dek kriterleri de, bir dış işgalin onanmaması, esası üzerine olarak sahtecilinden olmalıdır! Bu bağlamlardaki tüm girişmelerin, meşru olması için ulusal anlayış ölçütleriniz de ve düşünmeleriniz de; işgali onamamaya değin devinişli temel referanslarınız olmalıdır.

Oysa her iki isyanda da; gerek Anzavurlar isyanına değin kalkışmalar da, gerek Şeyhsayit isyanlarında ve diğer isyanlarda da, işgalin halkça onanmamasına yönelik bir öne çıkar oluşun sözleri ve devinme kalkışmaları yoktur. Oysa bu isyanların bir işgal koşulların da ve bir toplumun var olması koşulların da yer ve zaman olaraktan hiç olmaması gereken hilafet ve dinci kalkışmacı söylemleri vardır.

Bu tutuma dek oyalama ve yıldırma taktikleri; işgalin sürmesine yönelik, savaş sonrası yapılaşmayı akamete uğratmağa yönelik, dış dümene hizmet eder bulanıklığın gidişine hizmettir. Bir ulusun uyanışına yönelik yeni ve bilinçli var olmasına garez isabetli; girişimlerin durdurulmasına havi olan kalkıştırmalardır. İsyanlar tamda genç ve yeni oluşmaların boğulmasına yönelik belirmelerdir.

Hiç kendisini vatansever gören girişme ve sözüm ona liderlikler; işgal altındaki ülkede, Kurtuluş Savaşı yapmadan; ya da savaş sonrasının harap koşullarında; toplumsal sürecin oluşup düzenleşmelerine omuz vermeden; karşı dirençle ortaya çıkarlar mıydı? Yine bir halk yaşayış tutumu olan özellikleri ve halkçı öznenin özlemi olanları; toplumsal yaşayışla bağlantısız, toplumsal yaşayıştan uzak olan, şeriat ve hilafet gibi, o an toplumun yararına olmayan, halkçı, etnikçi (cemaatçi) kalkışmaları yaparlar mıydı?

Değilse karşı iç isyanlar, ne bir toplumsal özgürlükçü var oluşun ayaklanmasıdırlar; ne de bir, meşruti oluşa değin belirmenin dirençleşmesidirler ve ne de, toplumsal ahlaksal normlu olacakla bir ideolojik formasyon, hiç değildirler. Oysa ki karşı iç isyanlar, emperyal olmayan evrensel mefkûrenin de, dış desteğini almış olan, oluşmalar ve göz kırpmalar da, hiç değillerdi.

O anlarda emperyalist olmayan dış dünyaya rağmen, "Anadolu'nun kendi kaderlerini kendilerinin tayin etme hakkına karşı," işgalcilerin bunları destekler olması dahi bu isyanların, gerici ve mandacı himayenin dümeninde olmalarının asal ve asıl kanıtıdır. Bir işgalcinin onayı başka bir işgalin onayıdır.

Yeni oluşan Türk birliği düşüncesine ilişkin safhalaşacak iç gebelik durumlarını, emperyalistler gayet iyi bilmektedirler. Emperyalist hafıza, kendi süreçleşmeleri içlerindeki toplum öncesi oluşan yapıları içinde ve toplumsal yapıya giden süreçleri içinde, kendi tecrübeleri olmuş ETNİKÇİ tarihi aşamalarına değin görülen kalkışmaların birer beyhudelikler olduğunu bilmektedirler. Türk'ün iç isyanlarının, gerici oluşunu, keşmekeş ayaklanmalar oluşunu; sadece başka yer ve başka zamana bağlı olanın bir tekerrürü olduğunu; çok iyi bilmektedirler.

Emperyalistler kendi tarihi oluşmaları içindeki deneyimleriyle bilmekte idiler ki, etnikçi olan halk yapı kutuplanmalarına değin gerilimlerini, kendileri de, zorunlu olaraktan taşıdıklarının bilincinde idiler. Emperyalistlerin, bir zamanlar kendi içlerinde de etkin olan ve problem olarak var bulunan bu halk motiflerinin tarihi seyirlerinin "kendi kaderlerini, kendilerinin tayin işleriyle" hiç de ilgili olmadığını pek ala iyi biliyorlardı.

Sürecek

17 Şubat 2011 5-6 dakika 1084 denemesi var.
Yorumlar