Kurtuluşun felsefesi 37

37] İşte bunu, toplumsal bilinci başaramaz olduğumuz her durumda, geleceğimize yürürken; hala o eski mantıkla, türbana takılı dolandık. iki de bir türbanı, dile doladık. Ki anayasa mahkemesinde kesin bir hüküm alana değin, toplumsal hukuken belki de dirilmemek üzere sahnede elbirliği ile de sildik! Bunlar haldeki otoritelerin, rutin yasaları, kendi kafalarına göre uygulayabileceklerini sanma gaflet, dalalet ve hatta bilememeleridir. Bir ehil olamamanın, erk sarhoşluğudur. Ben ne istersem yaparım deme takıntısından başka bir şey değildir!

Hani mevcut siyasetler, yenileşmeyi, Dünya'nın gidişini yorumlayıp, konjonktürü, kendilerine göre akli kılarak, ürettikleri çareleri tedbirden uygulayıp, toplumu dönüştüremeyenler; bu tür oyalaşmaların ne yazık ki içinde olabilmektedirler. Sığ, kendisini aşamayan politikalar, halka ait olan tutumları, halk öznesini toplumun tutumu gibi kılıp bizleri tartıştırmaktadırlar. Yine bu kabilden olan; "cumhuriyet travma yarattı" gibisinden içi istenilen biçimde doldurulan münakaşalarla, halkı çatıştırıp, toplumu oyalar oldular.

Ama şu anda, yani simdiki zamanımızda, 1900'lerin 1930'ların artık o eski alışmalarını ister olan nesil, yeniye tepki gösterecek o eski nesil de ortada yoktur. Var olanlarda, azınlığa düşmüş tikelliktirler. Bu tür nostaljiye takılı kimi insanlarımız, hem etki yapar değildirler, hem de etkin değildirler. Öyle ise bu türden reaksiyon ve tezlikler nedendir?

Üstelik ŞİMDİKİ TOPLUMUMUZ ve TOPLUMSAL YAPIMIZ da; o, bir takım alışmaları var dediğimiz, alışmalarından vaz geçemiyorlar dediğimiz, travma oldular dediğimiz güzide halkımızın eseridirler. O travmalı dediğimiz muhteremlerin, bu günkü toplumu inşa ettikleri nasıl unutulur? Ve şu anki süren otoriter ve müesses düzenleri travmalıların(!) kurmuş olmaları ortadayken, bunca yakınmalar niyedir?

Geleceğe uzayacak yapı, haldeki yapının içinde çıkacaktı. Toplumun geçmişinden koparılması demek, halkın travması demektir anlayışı, karanlıklarda demlenen baykuşların, kendi içinde oldukları desise ve seçkinci bulundukları durumlarını örtmeyi sağlayan, aldatıcı bir saygılaşa saltanatıdır.

Geçmiş denen yapı, halkımızın aklına ve gelişmesine, pranga olan köhne yapıdır. Ve daima her durum karşısında değişecek olan yapıdır. Elbet değişen her şey yitik gibi algılanır. Elbette değişen her şeyin nostaljik tutulacak karşılaşmalı bir alışılması da vardır. Bunların akıl yürütmeleri aşağıda yapılacaktır.
Bir şairimizin deyişi ile konuya gireyim:

DÜNYANIN EN TUHAF MAHLÛKU
Akrep gibisin kardeşim,
Korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.
Serçe gibisin kardeşim,
Serçenin telaşı içindesin.
Midye gibisin kardeşim,
Midye gibi kapalı, rahat.
Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.
Bir beş değil, yüz milyonlarlasın maalesef.
Koyun gibisin kardeşim,
Gocuklu celep kaldırınca sopasını
Sürüye katılıverirsin hemen
Ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.
Dünyanın en tuhaf mahlûkusun yani,
Hani şu derya içre olup, deryayı bilmeyen balıktan da tuhaf.
Ve bu dünyada, bu zulüm senin sayende.
Ve açsak, yorgunsak, al kan içindeysek eğer ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak,
Kabahat senin,
demeye de dilim varmıyor ama
Kabahatin çoğu senin, canım kardeşim! NAZIM HİKMET RAN

Yapı, yapının içinde çıkar. Yeni yapı, eski alışmalarınızı ve eskiye olan öznel yatkınlıklarınızı, bir süre baskılar. Bu baskılanan hissinizin bir direncini de sizde, baskılanan olaraktan ortaya çıkarır olacaktır. Şimdi o eski algıların bir aniden oluşma olmayıp, bir gerekliliğin, bir zorunluluğun, bilinçli bir irade elinde, nasıl toplumsal ve sosyal dönüşümlere çevrildiğini görelim.

1-Kurtuluş savaşı ile Türk Ulusu bir gecede, çağdaşlık devrimlerini yapmadı. Çağdaşlık düşüncesi Osmanlıdan beri, halk içinde söylem olaraktan konuşulup duyulmuştur. Halk bunu duyuşta şoke olmamıştır. Üzerinde az çok bir fikir egzersizi yaptığı ve haberdar olduğu durumdu. Ama siz ne kadar hazır olursanız olun yeni olanın duygusal bir travma yansıması da kaçınılmazdır. Ama bizim bu gibiden değişmemiz şok kudretinde değildir.

Çağdaşlaşma halkın haberi olmadan yapıldı demek, olgu, olay, gözlem ve varoluşa aykırıdır. Bu bir vehimdir, bir bilmezliktir. Ancak Anadolu insanı değişen yapının, karşı argümanına çok çabuk inanır. Bunun nedeni kendilerini toplumsal bilinçle değil de, itaatçi inanca dek mantıklı düşünmeyle ve devinmeler geliştirmiş olmalarındandır. Halk bin yıllar içinde, sadece itaat ederek ummayı bilmiştir.

sürecek

01 Mart 2011 4-5 dakika 1084 denemesi var.
Yorumlar