Kurtuluşun felsefesi 38

38] Bu halin pür melalini, halkın geçmişteki yaşantılşatırtıldığı yönetime katılamaz olmasının şartlanması içinde aranmalıdır. Halk "Destur" demeden padişahın ismini bile, ağzına alamzdılar! Tüm sorumluluğu düşünmeyi, şeriatın ve serri uygulamaların uhtesine biraktırılan halkın, Pasifçe, Dünya'dan bihabersiz oluşlarının alışılmasından kaynaklıdır. Ve halkın yaşantılaşma felsefesini bir derviş gibi, 'Bir lokma bir hırka' mutmainliği içinde sürdürme gayretindedir.

Boyun eğmenin ulul emre itaatçi kültürlü oluşundan ötürüdürki tönetilmeye kyönetime katılmaya hiç kafa yormazlar. Böyle bir kültür içinde yetişen halka siz, yurttaşlık sorumluluklarını verdiğinizde, sorumluluğu kendi üzerlerine almanın rahatsızlığını da duyuyordular. Eski yöneten sınıf da, halkın böylesine bir yönetime katılır şekilde sorumlulukla donatılır olmasını, hiç hazmedemiyordu. Öyle ya halk hem bir 'sürü' idi, hem de bir "kul" idi.

2- Oysa hiçbir gelişme daha önceden gelişen, halkı hazırlayan ön adımlar, olmadan, hiç bir adım birden bire atılmazdı. Bizde halkı hazırlayan adımlar daima tek bir çevreden; ilmiye (din) sınıfından gelmiştir. Halk bu adımların düşünsel dönüştürülmesine ilişkin gayretlerin pek ilgilisi değildirler. Sade bu konu ile ilgili anlatım, ne taraftan gelmiş ise, kafası karıştırılmadığı sürece yapılan bilgilendirmeye kul mantığı ile bağlanıp, onu sadıkane savunmuşturlar.

3-Hiçbir gelişme, kendinden önceki yapı içinde, uç vermeden, birden tarih sahnesine pat diyerekten çıkamaz. Nedenli gelişmede; neden daima sonuçtan öncedir. Neden olmadan, sonuç (sonradan gelişme-devrim) olamazdı. Yani Osmanlı'nın bozulan yapısında (ön neden) Atatürk gibi birçok asker, ilmiye sınıfından kimi kişiler, yazar ve şairler, gazeteciler vs. çıkmış ve oluşmuştu (sonuç).

Yeni cumhuriyet , o eski ama muazzam yapının, isteksizce hazırlanmasından çıkmıştı. Ama yapı bu dönüşmeye direnç gösteriyordu. Vakti gelmişte geçmekte olan çağdaş yapılanma, alt yapıları tam oluşturulmadan yapı dönüşür dönüşmez, yeni yapı halkımıza, birden bire olanın bir şaşma algısını verdi. Ya da karşı güçler, bunu böylece kullandılar.

Oysa Osmanlı yapısı, dokuz ay on gün gibi konjonktürsel bir doğum zorunluluğunu, 350 yıl gibi bir subjektifçi bir gecikilmeyle, bünyeyi zehirlemişti. Bünyeye bir müdahale zorunlu hale gelmişti. Bu tespitleri bilip düşünmeden konuşmak, sorumlu bir bilinç ve sorumlu bir aklın marifeti olamazdı. Şimdi bu tespitlerin kısa seyrini, tarihimiz içinde hatırlatayım:

Bu süreç 250 yıllık bir angajmanın birikimidir. Başlangıçta Osmanlı'nın laiksi yapısı vardı. Şerri kararlar dünyevi kararlara (akli kararlara) uygun gelişiyordu. Ne zaman dünyevi işler şerri yapıya uyduruldu (1512), zamanla gerileme ve gerileyiş ortaya çıktı. Bu süreç hilafetin Osmanlıya getirilişi ile başladı. Osmanlı bunu getirmekle İslam ülkeleri içinde güç ve söz sahibi olurken, hilafetin ikinci yüzünün yansıması olan, şeriatın akıl üzerindeki köreltmesine değin olan ihsasını da, açık etmiş oluyorlardı.

Olaylar şeriata uyun ele alınınca, olguların ilişkileriyle ele alınışın gelişkin olayları olmamaya başladı. Şeriat, nesnel olanın, nesnel itenin önüne geçti. Bu gidişat, ahalinin, hatta yönetimin, konjonktürsel gelişmesiyle uyumlaşamadı. Çağdaşlığın gerisinde kalmak gibi genelci durumu, iyice yaygınlaştırdı.

Bunlar, Dünya konjonktürüne duyulan, inançsal tepki ile yersiz bahaneler üreten, karşı duruşlardı. Bu hal Memaliki Osmaniye'yi 350 sene boyunca kemirdi durdu. Bu gidişatta, insan emeğinin ve insan umudunun sömürülmesi, sürdürülüp duruyordu. Ta ki 1919 yılına değin. Bu hareketle de, egemenliğin kaynağının, yön değiştirmesi, azmi baş gösterecekti. Toplumsal otorite toplumun özeğine alındı. Halk sal otorite (dini otorite) de, halkın özeğine alındı.

Osmanlı ilmiye sınıfı; bilimsel ve teknik gelişmelere karşı ve bunların uygulanışında 'Gâvur icadıdır, istemezük' tepkisini veriyorlardı. Bu söylemler zaman zaman halkı da, yönetimle karşı karşıya getiriyordu. Bunlara, yeniçeri ocağının, kazan kaldırma isyanları da müdahil edildiğinde, önü alınmaz bir 200 yıllık karşı duruş oluşmuştu. Bu hal, gerileşmenin en temel diğer bir mücbir yan sebebidir.

Bundan en çok da ilmiye sınıfı sorumludur. Çünkü 'İstemezük'çü tutumlarıyla bu sınıf kamuoyunu yaratıp, faylaştırıp, tetiklemektedirler. Bu sınıfın devlet içindeki egemenci yapısı da, devletin bilimsel olmasını önlüyordu. Çünkü bu sınıfın demelerine göre, 'ellerinde her şeye yeten bir kitap vardı!' Bu kitap varken, başka hiç bir şeye ne hacet vardı? Bu söylemlere, bu emirlere uymaktan, sizi kimler nasıl döndürebilirdiler ki? Elbette ki nakilci düşünmenin karşıtı olan, akılcı düşünme dönderebilir idi.

Bu; kazasker, kadı, şeyhülislam ve müftü korosuna, yani ilmiye sınıfına; bir de yeniçeriler katılıp, tüm olumsuzlukların halk ve toplum yaşamında olağan kılınmasına neden oldular. Ekonomik yapının kendi kural ve yasallığı yerini, dinsel vaazların etkisine bırakmıştı. Artık gayri Müslim dışındaki halk, ticaret gibi hizmetleri büyük oranda yapamaz olmuşlardı.

Tartıyı, mizanı, düzgün ve adil tartar olup olmadığının sorgulaşmasının öznelliğini de, ekonomik gerekçelerin yerine ve ekonomik gerekçenin önüne koyacaktılar. Halkın böylesi endişe ve korkularından kaynaklı, toplum içi ticaretleri ve ticari girişimleri, kısmen kırılmış olup; toplumun da kurumları geliştirilemez yapılaraktan hani neredeyse, cılızlaştırılmıştı. Tüm bunlar gayri Müslimlerin inisiyatifine devredilmişti. Şeriatın pekin bir bilgi gibi bilinir bir ikame olma sanısı, halkını toplumdan el etek çektirmeye kadar vardırtmıştı.

Esasen bunun inanç mantığı, ekonomiyi; bir yasallık gibi göremeyip, sadece kişisel keyfiyet ve boşu boşuna günahla ilişkileştirilmesidir. Oysa ticaret başka idi, ticarette olabilecek, hile hurda yapan tavırlara sapmanın ahlaksızlığı, bir başka idi.

"Ölçüyü yanlış tutmaktan korkuyorsan ticaret yapma" denen söyleyişlerle çoğu müminin hevesleri kırılmış olup, ticaretin ekonomik ve toplumsal gelişmeci yanı bilinemez olmuştur. Ufaktan ve basit, kaale alınmaz gibi bir masumane söylem, kendi alanında olmayan bir söylem, bir ekonomik çöküşün, süreç içinde öznel nedenci kaçınılmazlıkla ekonomik hareketliliğin sonu olmuştu.

Sürecek

02 Mart 2011 6-7 dakika 1084 denemesi var.
Yorumlar