Kurtuluşun Felsefesi 76

76] Mükemmellik algısı, hata ve kusurların içinde girişecek bir duygu doğmasıdır. Gelecek halin adım adım oluşturulması ile ancak olasıdır. Değilse mükemmellik geleceği bilir olmak, ona uygun şablonlar var edebilmek değildir. Böylesi şabloncu mantıkla bakıp, Atatürk'ten için, şunları bunları yapamadı diye; bir hukukçu, bir filozof, bir toplum mühendisi vs gibi görüp; bir yığın maharetleri ondan bekler olmanın mantığı ile yargılamak, tam bir bilmezliktir, insafsızlıktır. O günün mevcut bilimsel donanımlı kadrolarının, süreçsel akışında, bu güzellik çıkmıştır.

Eleştiren (güya aydın) ile, eleştirilir (Atatürk) olan ikiliden birisi (Atatürk) kendisini Dünya'ya tanıtmış; kendisinden söz ettiren bir eylemselliktir. Diğer laf simsarları ise güncel seyir içinde, korunmacı himayelerle; televizyonlara çıkarılır olan kimselerdir. Ya da has bel kader şekilde erkte olmasalar; insanlar onların yaşayıp yaşamadıklarını dahi bilinemeyecekleri denli, tek kale oynayan, sıradan bir akademik, alelelade vaka yaşamsallık dırlar.

İşte bundandır ki, bir eleştirinin eleştiri olbilmesi için, farklı düzlem de, denkliklerle, ama aynı paralellikte benzerlikleri içerir olmasıyla haklılık kazanacaktır. Değilse, şairin dediği gibi: 'Hey ağalar zaman azdı/Düşmüşe il üşer oldu/ Küllükte yatan eşek/ Koçla yarışır oldu' (Gevheri)

Eleştirellik, söz gelimi aynı zaman dilimi içindeki ve benzer koşullarını yaşamış olan dünya çapındaki kişilerle, Atatürk kıyaslanarak, yanılgı ve yanlışları ortaya konabilirdi. Değilse Atatürk zamanındaki günceliğin rutin, muhtemel olası yol kazaları haksızlıklarını ve kimi kez olmuş hukuksuzluklarını, bu günün gözlüğü ile bakıp yargılamak, bundan kendi başarısızlıklarınıza da, zımnen dayanaklar çıkarmak olmamalıdır!

Haklı olabilmeniz için eleştirmek için Atatürk gibi vatan kurtarmanız, devlet inşa etmeniz de, gerekmez. Sadece anınızda ve alanınıza ilişkin sözü dinlenir olmanız, yeterlidir. Alanınıza ilişkin, ülkenin geçmişte veya günümüzde yapması gerekişte yapılaşamamış olduğu, ya da aksak yapılaşmış olduğu, yenileştirmelerini; eleştiriler içinde söylersiniz. Ama bunları da nedenleri ile belirtirsiniz.

Atatürk'ten sonra tankını, uçağını, haberleşme uydusunu ve uyduyu yörüngeye yerleştirecek fırlatma roketini üretememiş bir toplumun; siyasi hükümetlerinin 70 yıldır hiçbir finansman, bilgi ve teknoloji mazeretleri yoktur.

Ya da bir başlangıç zorluklarıyla, başlatılıpta; samimi olaraktan, diş kirası kabilinde yılda yüz milyonluk bütçe yatırımları ile finansman yapılsaydı şimdi 7 milyarlık dev yatırımlarınız olurdu.

Daha samimisi hiç bir şey yapmayaraktan, toplumu 600 milyarlara varan abuk borçlandırma sinsilesi gibi en azından cüzi yatırımlarla borç bırakma(!) adeti ağır sanayi yapılaşmalarında, bu teknolojilerin yatırımı için niçin bırakılamamıştır? Ve bunların hayata geçirilmemesinden sorumlu olanlarla niçin hiç hesplaşılmazken; ezan, Atatürk; cami, Atatürk; tarikat, Atatürk; tekke, Atatürk vs. abuk sabukluklar neden tartışılır? Neden hep Atatürk dönemi tartışılır? Atatürk borç bırakmıştı?

Söz gelimi 1930'ların bunlara ilişikin dahli ve olumsuz bir vasiyeti varsa belirtin!1930'ların otoritesinden kaynaklı, aksama yapılır, nesnel, sosyal, hukuki şartları vardı da mı yapılamadı? Yoksa olanaksızlıkla mı yapılamadı? Eğer böyleyse 600 milyar borç ne? Bunlar belirtilmelidir. Ya da siz 50 yatırım yaptınız da, Atatürk döneminde yapılmadığı için diğer 100 tane yapamadığınızın şikayetinde misiniz?Ya da o günülerin içinde, teknik, teknolojik, olaraktan ve sosyal şart olaraktan, bu aksamış olanlar, bunca olanaklar içinde olmalarına rağmen, yapılmamış mıydı? Bunlar belirtilmelidir.

Yine sizin bu günde haklı bir eleştirel olabilmeniz için yapı olarak 1000 dolardan devr aldığınız kişi başına geliri, 10 000 dolara çıkarır olursunuz da, o vakit başarılı ve haklı bir övünmenin eleştirisini ortaya koyarsınız! Oysa sırf bilirmiş olmaya şöhretle ve erkte olanlara yaranmak için, geçmişin konjonktüründe yapması gerekişte, yapılamayanları küstahça ve ukalaca belirtir olmak; hele de bizim kendi cavalcozluklarımızla, yapamadıklarımızın üstünü örtmenin, açık açık bahanesi, hiç olmamalıdır!

Bu olanlar şu hikâyedeki gibidir. Bir ülke, yeniden inşa ile ve yeni ilkeleri üzerine kurulmuştur. Kurucular; 'diğer kapılar neyse ne de' demişler. Bu diğer olan kapıları kezlerce yanılgılarla, düzeltilirler. Ama illa şu kapıyı, sıkıca kapayın. Hiçbir şekilde aralamayın, yoksa bir süre sonra bitersiniz. Bittiğinizi anladığınızda da, iş işten geçmiş olur, düzeltmeye dahi vaktini olmaz derler.

Gel zaman, git zaman; başarısız, basiretsiz, yeteneksiz erklerin yönetim dönemlerinde, işler sarpa sardı mı, erkteki kişiler, iktidarları ve ikballeri uğruna, eski yönetimi kötülemeye, eski yönetim aleyhine atıp tutmaya başlarlarmış.

Ve tek yapabilecekleri en kolay etkili yol da, yeteneksizliklerini örtmekmiş. Bunun için de, basiretsizliklerini başarı gibi göstermek için o; sıkı sıkıya kapalı duran kapıyı, bir oyluk aralamakta hiç bir behis görmezlermiş! Üstelik bunu yaparken de, ne çok da demokrat ve özgürlükçü olduklarını, ezber bozduğunu haykıraraktan laf sismsarı olan kişilere tartıştırırlarmış! Hiçbir toplumsal temeli olmayan girişmelerin açılımını yaparlarmış.

Herkes kendi zulmünü ve egemenliğini gerçeklerlerken, ne kadar da ezber bozup, çağdaş olduklarını söylerlermiş! Kendi yanlışlarını başka yanlışlar üzerine inşa etmeyi, ezber bozmak sayarlarmış! Göz kendisini görmezmiş ki.

Bilmezlermiş ki bugün için anti demokrat görünen uygulamalar, kurallaşmalar, bugünkü demokrat ve özgürlükçü yapılaşmaya değin hukuki anlamalarımızı, bu geçmişteki oluşmalar sağlarmıştı. Oysa bugün insan hakkı ve demokratik hak dedikleri kimi konular, geçmişin demokratik anlamaları içinde olmayıp, ancak geçmişteki o tür oluşmaların üzerinde gerçeklenen nimetlerdir. Demokratikleşme diye lanse ettikleri sosyal kültürler, yeni gelişmelere dirençli olan, sosyal gerilikçi bir badiredirler. Sosyal çıkarcı, sömürgeci bir kümeleniştirler.

Sürecek

11 Nisan 2011 5-6 dakika 1084 denemesi var.
Yorumlar