Leb Demeden

Yalnız bitişlerin mevcut olduğu ve yeni başlangıçların hiç var olmadığı bir yaşam döngüsünün beni böyle korkak, böyle ketum, böyle güvensiz bakışlara sahip bir bedene hapsetmesine ve bütün çıkar yollarımın önüne koca koca duvarlar örüp hem yardım istemeyi hem de dua etmemi engellemesine inanın engel olamıyorum şu sıralar.







Uzun zamandır üzerimde var olan bu ölü toprağının da ne sebebini ne de çaresini biliyorum. Yaşadığım her vaktin beni gün be gün sıradanlaştırmasına da engel olamıyorum.En son çaresizlik karşısında ne zaman ve nasıl güçlü durdum? onu da tam çıkartamıyorum. Tek bildiğim burama kadar pisliğe battığım. Dünya üzerinde yaşam sürüp de pisliğe batmamak zira zor maharet bunu biliyorum bilmesine de dünya nüfusunu hesap edip pislik oranını çıkardıktan sonra,nefes alan en büyük pislik olarak kendimi görüyor olmam beni neden şaşırtmıyor işte bunu bilmiyorum. Sanırım kendimi yalnız hissettikçe de şaşırmayacağım.







Meğer sahte kalabalıklar ile geçirmişim zavallı ömrümü. Şimdi şuracıkta ölsem, bilirim kimsem de yok kapatsın gözümü!







Geriye dönüp baktığımda arkamda koca bir hiç ordusu görüyor olmam da beni hayatımın ileri ki safhalarını yaşayıp yaşamamak adına düşündürüyor. Aslında şu satırları yazarken bile cümlelerimin tamamlanabileceği konusunda derin endişelerim var. Satırlarımı hiç bitiremeyecekmişim hep yarım kalacaklarmış gibi hissediyorum. Aslında en mühim olanı kendimi hiç anlatamayacakmış gibi hissediyor olmam. Kim bilir belki de leb demeden leblebi gibi anlaşılmayı bekliyorumdur. Biriktirdiğim o kadar çok beklenti var ki bu aralar içimde. Artık taşıyamadığı mı görüyorum onları. Her nefeste her adımda birini daha beklemeye ikna edemeden kaçırmanın sancısı da inanın anlatılır gibi değil. Beklentilerim savrulurken pervasızca sağa sola, bu on bir sıfır gerisinden başladığım hayatın daha fazla farkı açmasına izin vermemek adına gözümü öylesine karartmış bulunuyorum ki şu an hani...






Savrulup dururken bir o yana,bir bu yana. Yalnızlık tüm korkumu aldı, ölümden yana!






Yok zerre kadar korkum artık diye haykırasım var olağanca...






İçine girdiğim şu hayati boşlukların da bir türlü kapanmaması ve her gün biraz daha boşluk boyutlarının artıyor olması nemenem bir hayati adalettir anlamıyorum! Kendimi hep ışıkların kapalı ve güneşin hiç doğmadığı bir dünyada yaşıyor hissetmem önceleri şaka gibi geliyordu ama hiçbir renkten anlamadığımı, her şeyi böyle siyah beyaz görüyor olmamı, dipsiz karanlık bir kuyuya düştüğümden anladım aslında! Dışarıdan mutlu şen kahkahalar duyup, onlara karşı imrenerek, iç çekerek, biraz da kıskanarak baktığımda hayata karşı;







Ey cimri hayat, geçip gidiyorsun mutlu bir tek gün yüzü göstermeden, ne var yani ufacık mutluluk borç etsem de sen bir vakit düşsen ömrümden diye bir zavallı kedinin ciğere baktığı gibi tavra bürünmek sanırım halimi anlatmaya yeter de artar.







Ama ben yine de artanlara bakmadan, eksilen yanlarımdan bahsetmek istiyorum. Hep kendimden verdiğim fakat karşımdakilerden hiç al(a)madığım yanlarım... Eksilen yanlarım. Onları öylesine arıyor öylesine özlüyorum ki. Elbette özler insan değil mi, neden özlemesin ki hem, özleyecek her şeyi artık sadece özlemekle kalacaksa ve hiç mi hiç kavuşmaları olmayacaksa!







Her ayrılıkta biraz daha belirginleşir, alnımdaki hayat çizgisi. Tamam ayrılıklar var var da şu kavuşmadan ölmek de neyin nesi?







İnsan başına gelmeden anlayamaz derler, peki nedir başıma gelmeyip de anlamadığım? bütün uzuvlarım da hissedemediğim ve kemiklerime kadar ısıtmayan mutluluk mu? Eğer öyleyse eyvallah ne başımda yeri oldu, ne de başka bir yanımda... Ama çile derseniz, işte onu bilirim tanırım fazlaca. Henüz boyu çıkmamış, bıyıkları terlememiş bir çocukken, nasıl geçim mücadelesi verildiğini bilirim kurtlar sofrasında. Hayatta tek dostunu toprağa koymak nasıldır henüz yirmi iki yaşında onu da bilirim epeyce. Hiç sıcaklığını hissetmediği, hiç kavgalar sonunda,''sizi babama söyleyeceğim'' diye şikayet etmediği ve kendini hiç sevmediğini düşünen babasını, toprağa koyarken hiç yüzüne söyleyemediği,''babaaam!'' haykırışlarını savurup da bir yarısını onunla nasıl gömdüğünü bilirim ziyadesiyle. Bilip de bildirmekten çekindiğim daha onca şey var ki söylerken zorluk çekeceğim. Dedim ya belki de leblebi gibi anlaşılmayı bekliyorumdur kim bilir...







Hep duyarım sağda solda,derler ki; bilmekten zarar gelmez iyidir, iyi
Doğru! insan daha nasıl zarara uğrar ki, bildikten sonra bunca çileyi...







Artık hayatın en dibine vurduğumun farkındayım... Bütün yaşama arzularımın da yavaş yavaş suyunu çektiğinden haberdarım... Bu sebeptendir ki bu satırlarım, yüzmeyi bilmeyen acemi yüzücünün boğuluşun da ki son çırpınışları, son bağırışları gibidir, hayata tutunmak adına... Adını hiç bilmediğimiz kim bilir kaç kişi vardır, türlü sebeplerden türlü kederlerden yaşama yeteneğini yitiren değil mi?... Kimse kimsenin adını sanını bilmese de, herkes kendinden bilir her acının, büyüğü küçüğü olmadığını... Ve herkes iyi bilir ki, insanın vücudunu sarınca derin bir ketumluk, o vakit anlar ne kadar da zordur yalnızlık, önce Rabbine sonra sevdiklerine sığınır, kuru kalabalık değilse etrafı... Ve yine herkes iyi bilir ki, insan; kim olduğu, ne yaşadığı sorulmadan, içten sıcak bir nasılsın bekler bazen ve bazen, bir nasılsın bile insanı hayata tutundurabilir, yeniden!







Bu yüzden,''adaam boş ver sende'' deyip geçmeyin,
Bu gün; bir nasılsınla birine yardım edin!

24 Ekim 2014 5-6 dakika 7 denemesi var.
Yorumlar