Martının Dirilişi

Kalbimdeki cesetlerin körpecik gövdelerinde burnumdan akıveren kanın lekesi vardı. Benden onlara, onlardan bana geçen tılsımsız rüzgarların ölü sevicilerinde şarkılar söylüyordu deniz... Ben o denizdeki yalnız martı olmak istemiyordum artık. Söylediğim şarkıların yalnızları dövdüğü rol cambazı saatlerde rolümü çalmak istiyordu günahkar kuşlar. Ben bir martıydım, kuşun öldürdüğü sevinçleri simit gibi yemek benim hakkım değildi, ben hayat dolu bir martıydım.
Yazdıklarımı kendim okumak istemiyordum artık, yaşadıklarımı önce kader; sonra kaderin gül yüzlü mutluluğu okusun, sonra herkese karışsın, sonra öylece gerçekten barışayım istiyordum kendimle. Uçmamı sağlayan kanadım kırılmış olabilirdi, yalnız bu kez kanatsız uçabilecek kadar cesaretliydim. Hiçbir kalabalıkta hiçbir yalnız görmüyordu bunu, zaten ben insanlara hep kendi istediğim vakitte kendi istediğim sancıların deva muhabbetlerinde görünürdüm. Hayatımın hem yan karakteri, hem başrol oyuncusu olmayı başarabilecek kadar kanadı kırık oscarlı bir martıydım ve bir gün... Düştüm...
Her insan düşerdi, her gölgenin sahibiyle bedenin çatışması olurdu; her martı küser ve öylece kendince düşerdi. Bu gayet doğaldı, fazlaydı, gaza gelinebilecek bir hataydı ama düşmek hakkı bende de en az güneşin batışı kadar gerçekti. Güneş batarken soruyorlar mıydı ona neden battığını? Birçokları onun batışıyla hayat buluyordu hatta. Çünkü karanlığı seven birçok insan kendi hayatındaki aydınlığın öz sahibiydi. Ben de bir martıydım, kanadım kırık olsa da; düşmek hakkım bende saklı olsa da ben bir martıydım. Düşebilen ve düştüğünü cesaretle söyleyebilen bir martı... İnsanlara bakıyordum, insanların gövdesizliklerinde söyledikleri azmettirici yalnızlıklarını duyuyordum. Bedenlerinde muhabbet etmeyen duvar sessizlikli gövdelerini göremiyor, gövdesizliklerinde çok şey bilir gibi kendi başarısızlıklarını gökyüzüne sade ve sadece gökyüzüne söylüyorlardı; bilmiyorlardı onları duyduğumu...
Ben bir gün çok yakında bir gün, bugünden daha da yakın bir günde belki de şimdi; kırık kanadımın şifalı yanlarından uçurtma yaparak o uçurtmayla birlikte uçacağım. Yalnız olmadığımı, derdimi anlatamadığımı, kendimi kendimden sormaya bıkmadan kendimden başkalarında da görmeye can attığımı görecek gövdesiz şarap sevdalıları...
İçmeden sarhoş olduğum ve sarhoş olmadan sarhoş olduğum uçuş kazalı günlerimin devalarını başkalarından bekledim. Halbuki onlardan yetenekli olan gökyüzünün kiracısı bendim. Onların kanatlarının olmaması bir yana; onların gökyüzünde edebilecekleri bir kiralık dünyaları yoktu. İmrendiğim, kıskandığım, söylediğim şarkıları çalıp kendi bestesini yaratanları uçarak geçebileceğime daha güçlü inanıyorum artık.
Ben nefesini korkmadan alan bir martıyım. Biliyorum, tek başımayım. Biliyorum, bir başkasının olmadığı bir frekansta doğru sevicilerin ölülerimi diriltmekten caydığı yerde doğru uçuşların kaptanlarının bile beni geçemeyecekleri gerçek dünyamın umut kaptanıyım. Susmak dünyanın en güzel eylemidir sanıyorlardı; susarak büyütmüştüm içimde minik martı tartışmalarımı... Kendimi duyup kendimle kavga ettiğim zamanlardan kalmıştı bu sessizliğim; bunun bana yakıştığını, bunun bana yapıştığını, bunun bende deva olarak durduğunu sanıyorlardı, artık biliyordum kendimden başkasına verecek bir kanadım daha yoktu benim. Şifalı otlardan rüzgar gülü yapan martı arkadaşlarım çok yakında kırık kanadımın en acıyan yerinden öpeceklerdi beni, çünkü onlar da biliyorlardı artık hiçbirine niyet etmediğimi, hiçbirine ihtiyaç duymadığımı, hiçbirini kendimden çok ve kendimden asil sevmeyeceğimi... Bir tırtıl denk gelmişti; çok sevdiğim... Bir martı nasıl olur da bir tırtıla, tırtılın üç günlük dünya muhabbetine gönlünü kaptırırdı? Bir martı, nasıl olur da bir tırtılın umarsız servet düşkünlüğünden, sevemeyip sever görünüşünden gizlice medet umabilirdi?
Böylesi bir hataya denk gelmişti okşanılası minik çarpıntılı kalbim... Uykusu geliyordu yalnızların, aslında hepsi kendi içinde ürkek telaşlarını miras zanneden avanaklardı. Hâlâ o minik tırtılda kalmıştı aklım, o kadar güzeldi ki, benden o kadar çok güzeldi ki bana bakmayan yalnızlık seremonileri ona bakmaya devam ettiğimden beri ezber koşan kardeşlerim olmuşlardı.
Ben, o minik tırtılın zaman kalleşli izin kâğıdıydım, bana vizesi çıkıyorsa hayatına dair yalnızca benden uçmayı öğrenmesi gerektiği içindi. Ah... O kadar güzeldi ki, benden güzel kanatları vardı; kanatlarını haince kıskandığım için bir kanadım kırılmış olmalıydı. Yoksa başka derdi olmamıştı hiç alın yazımın...
Gökyüzünün kiracısı ben... Yine zaman kalleşli şarkıların vitrine bakıp en güzel elbiseyi beğendiği ama alamadığı fukara zihniyetindeyim. Bana ısmarlamadığı o güzel şarkıların yalnızca yalnız uç ey güzel martı diyerek beklediğim o yenik cümlesinin zanlısıyım. Ah minik tırtıl... O kadar güzel kanatların vardı ki seni gökyüzüme davet ettiğim halde gökyüzüme de bana da hiç acımadın. Artık istemiyorum benden daha güzelleri, kırık kanadımın deva konsantresiyim. Konsatrasyonumu bozan hayat muşmulası kaderin ciğerinin köşesi olmayı reddediyorum.
Sen... Minik tırtıl... Sen ölmeden önce sana söylediğim güzel sevilerle dolu gerçek hayatımın mucizevi şarkıları olacak kanadımda. Kanadımdan içeceğin su şifalı otlarını çaldığım yaşamın özrü affedilmez acıları olacak. Ah sen minik tırtıl... Seninle birlikte sevdiğim o kadar çok şey oldu ki, martılar da sever dedirttim kadere. Martılar da sever sevgili azim dolu yalnızlık; ben seni ait olduğun öksürüklü aksırıklı düşmanlara devrediyorum. Martılar da sever sevgilim hayat; ah sen minik tırtıl... Seni unuttuğum gün kırık kanadımdan tüy dökücü aşk düşmanları yollacağım; tırtılın ömrü bu kadar ya, tırtıla sığdırdığı bu yalnızlık ömrünün devasız düşmanlığı can borcumuzdur artık diyecekler. Uyandı kaderin gül yüzlü bana miras kalan neşesi canım, ninnilerimde ısmarlama mutluluklarımız uyutacak pis kokan dünlerimizi; sen minik tırtıl... Seninle birlikte ne çok şey öldürdüm bir fark etsen, katil bir martının sevimli yaşam mucizesi saysın beni vasıfsız kader yoldaşların...
Sen... Minik tırtılın kelebeğe yol açamamış yanlış mimarı; kalbimde doğdun ve kalbimde öldün kanadımda yaşattın ve kanadımda kırıldın, kalbimdeki öksüz sessizliğim en çok sana armağandır artık...

26 Temmuz 2016 6-7 dakika 464 denemesi var.
Yorumlar