Matruşka Bebekleri

Sonsuz ol...

Şuan 2008 yılı haziranının yirmi dördüncü gününün ilk iki saati içindeyim. Saat gece ikiyi vurdu vuracak. Beni bu saatte yazı yazmaya iten şey ise üç kelime bir kişi ve matruşka bebeklerini andıran bir hayatın son bebeğinde aniden filizlerini fırlatan bir aşk. Yamalı sevdaların, yaralı sevdaların içinde matruşka bebekleri...

Hep birileri girdi çıktı hayatımıza, hep birilerini sevmeye çalıştık; sevdik, sevdiğimizi sandık ya da sevemeyip bıraktık. Bu defa içimde, bir gece vakti, filizlerini beni bile duvarlara çarpacak kadar hoyratça gösteren ve tüm benliğimi sararak uzanan bu duygu kendiliğinden doğdu. Kimseyi sevme çabası içinde değilken kendiliğine sarılıp sarmalanan bu duygu, her biri bir çabayla çıkartılan ve bir köşeye atılan matruşka bebeklerinin atılamayan en iç parçası olsa gerek.

Bulunduğu yerden her düşüşünde tutmak için uzandığım, ama etrafındakilerden dolayı sadece düşerken tutabildiğim, sonra yanında olamadığım o en iç kısmıydın sen matruşka bebeğinin. Sen ordaydın, hatta biliyordum, ama senin sen olduğunu göremiyordum. En içte, en dipteydin sen. Yamalı sevdaların içinde kendiliğinden, ince ince sarıyordun. Üzülüyordum ulaşamamaya, uzaklardan bakarken, düşüşe her yaklaştığında daha çok içim yanıyor, dayanamıyor uzanıyordum sana; sebepsizdi... Nasıldı bu, kardeşçe mi? Eğer öyleyse neden her zaman yoktum, sadece olmam gerektiğinde oradaydım, yani neredeyse herkesin, en ummadığının bile seni bıraktığı zamanlarda. Kardeşler böyle değildir, her zaman herkese rağmen vardır, dostlar da öyle, yani ben dilimin hep söylediğinin aksine, bildiğimin aksine kardeşin ve dostun değildim, hem de hiç. Sen kardeşim ve dostum değildin hem de hiç. Başkaydı bu, hepsi vardı içinde, ama tek değildi, en içteydi. Ben hep vardım da yoktum, hep dostundum da değildim. Her zaman kardeşindim ama hiç olmadım. Ben başka bir şeydim, sen başka bir şeydin; biz aynı şeydik.

Matruşka bebeğinin en dip parçasının iki yarısı ama ben dışarıda, maskeleri bekliyordum, düşsünler diye. Beklemek düşüyordu bana, bulmak için eşimi, ve uzatmak, her düşüşünde, ellerimi...

Matruşka bebekleri...

Üstünü örten tüm kalıplar, kişiler, yüzler kalktıkça tatlı bir telaş ve derin bir acının sarışını ne ile ifade edebilirim ki, bir gece vakti söylenen üç kelimeden başka? Yüreğimin tüm nasırlarının kalkışıydı sanki, sadece yanımda olmandı tek isteğim. Yaralı kanatlarını sarmak ve istersen sonra yine uçup gidebilirdin. Ama birden patlayıverdi içimde benim bile bilmediğim filizlerin kendini aşmış, ruhumu sarmış yaprakları. Bir bir açıldı matruşka bebeğinin maskeli suratları ve düştü yerlere maskeler, sahteler. En dipteyim şimdi. Yüzümde kızıl bir titreme, yüreğimde tuhaf bir mutluluk, öyle sessizce ama çığlıklar içinde... Ve sen duyuyorsun, işte ne demeli ki bu gerçeğe. Eşlik ediyorsun, eşimsin... Artık bilmediklerimizi biliyoruz, uçup gidemezsin... Huzurum, gidemezsin... Ki biliyorum, gitmeyeceksin...

Kendiliğinden, olduğun gibi...

Kendiliğinden, olduğun gibi, büyüdün huzurum. Varlığında huzur buldum tarifi imkansız tatlarda. Ne sadece aşksın sen, ne sadece sevgi, ne sadece dün, ne sadece bugün... Huzurumsun... Tüm zamanlarınla, varlığınla...

Nasıl oldu sahi, ne ara sardı beni böyle, oysa sen varken başka aşklardaydım ben, yani sözüm ona ve sen başka aşklardaydın hani, yaralı sevdalardı bunlar...

Öyle büyük yeminler edip, büyük sözler vermeyeceğim sana, çünkü zorlama bir seviş değil bu, bir çabanın çocuğu değil. Kendinden kendini doğuran bir sevda, matruşka bebekleri gibi, sadece dış parçalara zorlama sevdalar, sen en içtesin, ben en içte, iki yarı, yan yana... Eşimsin... Ve ben sana bir ömür veriyorum sadece, büyük sözler değil, tutulmayacak sözler değil, yaşanacak bir ömür veriyorum; kendiliğinden...

En derinde, sessizce... Huzurum...

Her şeye rağmen, hayat bir kumardır derler, şayet öyleyse bu seninle oynadığımız son el, şimdi ben, tüm varlığımı yatırıyorum. Kaybedebilirim, bitebilirim, kazanabilirim, doğabilirim... Kaybedersem "hiç"im, kazanırsam "sen"in... Olur da, sen de gidersen, bu defa ben bende kalmam, biterim...

Kimse umurumda değil,senden başka....

Matruşka bebekleri gibi, sardılar maskeler çevremizi, tek tek attık biz bile bilmeden bizi. Çabasızca sarıyor, öylece, kendiliğinden. Bir ömür bile sunabiliyorum sana bir gece vakti; üç kelime, bir kişi; bir kelime, iki kişi...

Attılar tüm maskelerini matruşka bebeleri... Küçük ama en gerçek halleriyle... Çabasızca doğdun, sardın beni, büyüdün, şimdi yaşayacaksın çabalarla. Düşmeyeceğiz tek kaldığımız masadan, son parça, o en içteki sen(+ben) tutunacağız birbirimize, yaslanacağız.

Matruşka bebekleri gibi, sarsılacağız ileri geri, ama düşmeyeceğiz artık, sahteler, maskeler gitti. O en içtekisin sen ve diğer yarınım ben, o en içtekiyiz biz, matruşka bebeklerinin...

Üç kelime, tek kişi; bir kelime, iki kişi. Bir ömür... Matruşka bebeklerinin son parçası gibi... Oyun içinde oyun, aşk içinde aşk ve biz en dipte, en sonda, en gerçek, en saf... Kendiliğinden var gerçekliğimiz...

Sonsuz ol...

Sonsuz olalım...

Sonsuza...

24 Haziran 2008
Gazipaşa/Antalya

04 Ocak 2009 4-5 dakika 14 denemesi var.
Yorumlar