Mektup

Sevgili, bu akşam seninle konuşmaya ihtiyacım var. Seninle dertleşmeye. Paylaşmaya ihtiyacım var. Neden sen? Bilmiyorum. Sanki şu an beni en iyi anlayacak insan sensin gibi geliyor bana. Ya lafı dolandırmaya ne gerek var ki? Bu gece sana ihtiyacım var. Bu kadar basit. Yoksun... Olsun... Ben alıştım yokluğuna, nasılsa. Ben alıştım seninle sensiz konuşmaya. Sen duy ya da duyma. Ben, yine de, seninle konuşacağım.

Biliyor musun sevgili, seninle konuşmadığımız o kadar çok şey var ki...Senin sormadığın. Benim anlatmadığım. Hani çocuklarımız hep bizi hayata olduğumuz yaşta başladık zanneder ya?. Öncesiz zannederler ya bizleri? Bizi çocuk olarak düşünmezler ya hiçbir zaman? Bir zamanlar genç olduğumuzu, aynı onlar gibi sevdalara düştüğümüzü düşünemezler, düşünmezler ya? Ben sana anlatmadıkça sen de beni aynı onların düşündükleri gibi düşündün. Zannettin ki; benim sana gelen yolum hep düzdü. Hiç tökezlemedim ben o yolda. Hiç burkmadım ayağımı. Hiç düşmedim. Hiç kanamadı dizlerim.

Haklıydın. Hiç kanamadı dizlerim. Çünkü her düştüğümde kanayan sadece yüreğimdi. Çizilen, kırılan, incinen, yaralanan sadece yüreğimdi.

Görmedin-göremedin-göstermedim sana yüreğimin yamalarını. Anamın yaptığı kırk yama gibi bulduğum her parça ile bir yarayı kapattığımı, anlatmadım.

Sana gelinceye kadar, birçok sokaktan geçti yolum. Sağlı-sollu evlerin dizili olduğu, kargacık burgacık yolları olan sokaklara girdim-çıktım. Yönümü kaybettim. Çıkamadım girdiğim sokaklardan. Çaldığım kapıları açan olmadı. Kimse almadı içeriye.

Öyle çok evin kapısını çaldım ki. Biri çıksın da tutup elimden ' Yanlış yöne gidiyorsun. Doğrusu bu taraf ' desin. Yüreğine götürsün beni diye bekledim. Hep yanlıştı gittiğim yürekler. Daha bir kaybettirdiler bana yönümü. Yönümü kaybettikçe yolumu hiç bulamaz oldum. Ne güvenim kaldı düşürmediğim, ne de inancım. Döndüğüm her köşede takıldılar kaldılar, birer birer.

Son döndüğüm yol çıkmaz bir sokaktı. Ve elimde bir tek 'ben' kalmıştı, kaybedeceğim. Dizlerimin üstüne çökmüş pes etmek üzereydim ki; sen geldin. Elimden tuttun, kaldırdın beni. Gözyaşlarımı sildin. ' Gel ' dedin sadece.

Deli bozuk yamalarını söktün önce yüreğimin. Tek bir parça ile kapattın yaralarımın üstünü; seninle.
' Korkma ' dedin. ' Ben varım yanında.'
Söz verdin; ' Kaybolmayacaksın bundan sonra.'

Ben en çok seninle kayboldum, biliyor musun? Elimde kalan son şeyimdi, giderken yanında götürdüğün; Ben.

Sana bir gün sormuştum: ' Ben senin neyinim? ' diye. Susup bakmıştın gözlerime. Sustukça susmuştun... Sen sustukça yüreğimin yaraları açılmaya, kanamaya başlamıştı, yeniden. Yaş olup akmıştın gözlerimden, damla damla.

Susmuştun... Beklemiştim senin sormanı. ' Ya ben senin neyinim? ' demeni.

Sormadan, merak etmeden yanıtını döndün arkanı gittin...

En çok yanıtsızlığın yakmıştı canımı. Sükûtun; ikrarı demekti hiçliğimin. En azından 'yolda bulduğum kadınsın 'deseydin. Ya da ne bileyim? 'Alelade bir kadınsın' deseydin.

Söyleyeceğin hiçbir şey acıtmazdı beni sessizliğin kadar.

Şimdi senin sormadığın soruyu ben soruyorum kendime, senin yerine:
' Ben senin neyinim?'
' Sen benim çıkmaz sokağımda ki tek evsin / din.'

11 Haziran 2010 3-4 dakika 42 denemesi var.
Yorumlar (1)
  • 14 yıl önce

    Eser hanım,bu mektup bana dokundu!.Ekilendim.Ama okumaya da değdi,hani...

    SAygılarım sonsuz.selamlar.