Mektup Var

Hiç tanışmamışız. Hayalini görüyor musun? O şimdi ikimize birden el sallıyor. O zamanki ben ve o zamanki sen... Sana baktım da şimdi, bir yabancıydın oysaki. Hani ?Merhaba' desem, ya da ?Tanışabilir miyiz?' desem, yeniden tanışıp, birbirini sevme ihtimâli bile olmayacak olan, o derece birbirine yaban kalan, iki yabancıyız.
Hayatımın bir yerinde kalmışsın, orada aramaya çalışırken seni, şimdiki sen'le tanıştım. Yok, bu sen değildin. Sesini unutmuştum, saçlarına aklar düşmüştü, bir tek gülüşün aynıydı. Bir çocuk kalbinin nasıl da delice attığının hesabını soracak olan sen olamazdın. Ben bilmezdim ki duygunun adını bile, kendisini yaşamak o yaşlarda bir nimetti, candı, kandı...
Şiirlerine takıldı gözlerim. Sen kendi masal prensesini yaratırken, ben şiirlerimi dokudum sensizliğin sen kokan hadiselerine... Aramızdaki fark bile ezkazaydı. Biz tanışmamıştık. Onca zaman karşılıklı oturmamış, birlikte gülmemiş, sesimizi dokundurmamıştık.
Zaman aşımına uğrayan sevgilerde bir zaman sonra karşılaşınca yine, yaban kokuyor karşındaki insan. Yabancı geliyor. İşte durum bundan ibaret...
O zaman söyleyebilseydim, 'Şiirin olabilir miyim?' derdim sana, kabul ederdin sen de, uzatırdın bana 'Ufaklık' ile başlayan bir şiir, kızardım içten içe...

Çocukluğumun yaralı bereli hadiselerinde başı çektiğini söylesem, üzülür müsün? Ben, kaçık severdim. Biliyorum...
Yüreğine çok farklı dokunduğun birini aşkla sevip, kaybetme tehlikesiyle karşılaşıp, etrafındaki insanların alayına maruz kalarak duygularını inkâr ettin mi sen?
Söyledin mi kendine? Gençliğinin, çocukluğunun en güzel telâşıyken 'Sevmemiştim' dedin mi sen?

Uzaktan seyirci olduğum hayatının şarkılarına asıyorum kendimi. Sabah oluyor, yeniden uyanıyorum, hiçbir şey olmamış gibi...
Şarkılar öldürmüyor, şiirler öldürmüyor, sen varsa bir yerlerde o bile artık öldürmüyor...
Ayakkabı boyacısının talihini, yüreğimi boyarken yaşadım. Durum biraz farklıydı. 'Boyayayım mı Ağabey?' diyebilecek biri yoktu.
Kendi yüreğimi boyayıp, siyahın içinde yaşayıp, gençliğimin sen dolu günlerine rezil oluyordum.

Gözlerimdeki gözyaşlarını duvara çivilemeliyim. Hay Allah... Gözyaşları duvarda duramaz ki, düşerler.
Senin de gözyaşların düşmüştü öyle değil mi? Tutamamıştın şiirinde... Bilseydim gözyaşlarının ayakaltında dolaştığını, alırdım onu yerden, gözlerime sürerdim, şifa olurdu, gözyaşım olurdu, yüzümün ve hayatımın bereketi olurdu.
Sen, çocukluğuna ve ilk gençlik günlerine döndüğünde her defasında aynı insanı sevdin mi hiç? Saniyeler içinde olsa bile... Hiç tanışmamışız. Kime bu haykırışlar?

Gözlerimi görsen bir yerde, tanır mısın? O çocuğa ait mi bu gözler? Sesimi duysan... Olgun bir bayanın sesi ama kimin sesi dersin, bilemezsin. Sesini nerede duysam tanırım. Aradan yıllar geçti, hiç duymadım. Ama tanırım. Yüreğimin melodisi saymıştım sesini, kulağımın pasını alırdı.

Bilmem ki nasıl anlatsam... Buhar olup uçuyor hislerim. Yarın, o çocuğun duygularıyla değil, yıllardır kaybettiğin olgun bayanın duygularıyla uyanacağım. Geriye hatıra niyetine yine bu satırlar kalacak.
Sen, o çocuğun başına gelen en güzel şeysin. Hiç bilmediği duygularda yaşayıp mutlu olduğu, çocuk gibi görülmenin acısında kaybolup derbeder olduğu ama yine de aşkın ne derece acı, ne derece güzel olduğunu öğrendiği ve deli dolu yaşamasını sağladığın o çocuğun başına gelen en güzel şeysin. Bütün bir ömrü mutluluklar denizinde yüzerek geçirsem de, mutsuzluğumun faturasını kestiğim o gençlik dolu günlerime dönerim yine...
Sahi, kaç yıl oldu? Ben aynı ızdıraplarla yangın yeri olsam da bazen, içimdeki o çocuk o aşka koşsa da yeniden, sen olgunluğun zirvesindesin.

Halının üstünde bir ıslaklık var. Yıllar önce şiirinde bir başkası için düşürdüğün gözyaşın mı? Halıya sarılacağım şimdi, gözyaşın değsin tenime. Gözyaşımla karışmanın ve birbirinde can bulmanın güzelliğini yaşasın işte...
Bana kızsana... Ben kendime hiç kızamadım, o duyguları yaşayan çocuktu. Çocuk ama büyük duygularla seven bir çocuk...
Sen o çocuğun başına gelen en güzel gerçektin, aşktın! Saçlarına aklar düşmüş, yüreğime düşen akları görsen, onları ayıklamaktan kendi aklarını unutursun. Benim de ruhum yaşlı, ne yaparsın hayat işte...

Gözyaşlarımla yıkıyorum aklarımı. Gözyaşlarımın tuzu değer de çocukluğumun zamansız gidişine ve senin içimdeki çocukta sürekli yaşayışına bir çare bulur.
Bana kızsana... Ağlamaktan hâlâ utanıyorum mesela. Hiç tanışmadık. Yaban kokuyorum, satırlarımı koklasana. Mektuplaştığın o çocuğa benziyor muyum hiç? Ne o ben, ne de ben oyum...
Patlıcan oyar gibi oydum filizlenen aşkımı, gözü çıksın. Bir daha buralara uğramanın cezasını ödesin, akıllansın. Mektuplaştığın, sana âşık olan o çocuğa benziyor muyum hiç? Ne ben ona ait kalabildim, ne de o bana...

Gözyaşlarım düştü halıya, şiirindeki talihi yaşadım. Ortak bir noktamız var, yabancı sayılmaz mıyız artık?
O çocuğun kalbine gelen en güzel şeysin. Yandı kendi içinde alevler ortasında, kül oldu büyürken.
Ama değdi, yazarken satırları ağlatmanın tılsımını çözdü. Sahi, kaç yıl oldu sesim sesine denk düşmedi?
Duysan hatırlar mısın? Sanmam... Mektubun var çocukluk aşkım! Mektubun var, mandalla astım, atıyorum balkondan aşağıya, eskisi gibi koş balkonun altına, al, beni de al ama...
Atlayıp da düşeyim çocukluğumun kucağına! Ne olur beni al, gözlerin gülsün eskisi gibi, 'Sevmedi, sevmemişti' yine de başıma gelen en güzel şeydi diyeyim.
Beni de alın mazinin mektup dolu umutlarına...

08 Mayıs 2013 5-6 dakika 464 denemesi var.
Beğenenler (2)
Yorumlar