Memleketimizden Öğretmen Manzaraları

Ülkelerin en büyük zenginlik kaynağıdır insan. Yadsınamaz bu gerçeği içselleştiren devletler insanı en iyi biçimde, inci işleyen bir usta hassasiyeti ve maharetiyle nitelikli yetiştirme çabası içinde olmuşlardır.

Kalkınma, ilerleme ancak bilgi, beceri elde etmiş ve yeterli donanıma sahip değerlerle sağlanır. Bu bilinçle Avrupa halkları ta XV. Yüzyılda matbaanın icadı ve de Rönesans yaşayarak aydınlanmaya başladı. Okullaşma yaygınlaştı. Üniversiteler kuruldu. Bilim insanları yetişti onlarca. Karanlık ortaçağ, kilisenin baskıları yıl yıl sonlandırıldı. Dinde Rönesans yaşandı. Ve Avrupa sanayi devrimini gerçekleştirdi.

Batı, bu gelişmeleri okullarında uyguladıkları, aklı bilimi önceleyen eğitim-öğretim programları ve bu programları uygulayan çok yönlü yetişmiş öğretmenleri sayesinde başardı.

Türkiye Cumhuriyetini kuran Atatürk, yüzyıllarca geri kalmış, batının sömürgesi durumunda kalan ülkeyi kalkındırmak için önce ve hızla eğitim-öğretim çalışmalarına gerekli önemi verdi. O, ancak Cumhuriyeti, irfanı hür, vicdanı hür, fikri hür olarak yetiştirilecek kuşakların kalkındıracağına inanıyordu.

Özlediği kuşaklar yetiştirme görevini elbette öğretmenler yapacaktı. Onun için:

“"Öğretmenler! Yeni nesli, cumhuriyetin fedakâr öğretmen ve eğitimcileri, sizler yetiştireceksiniz. Ve yeni nesil, sizin eseriniz olacaktır. Eserin kıymeti, sizin maharetiniz ve fedakârlığınız derecesiyle orantılı bulunacaktır. Cumhuriyet; fikren, ilmen, fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek karakterli koruyucular ister! Yeni nesli, bu özellik ve kabiliyette yetiştirmek sizin elinizdedir… Sizin başarınız, Cumhuriyetin başarısı olacaktır."

"Şimdiye kadar uygulanan eğitim ve öğretim yöntemlerinin milletimizin geri kalmasında en önemli etken olduğu kanısındayım. Hala hak ettiği değeri göremeyen, hala hak ettiği hayata kavuşamamış öğretmenlerimiz var. Onun için bir milli eğitim programından söz ederken, eski devrin boş inançlarından ve yaratılışımızla hiç ilgisi olmayan yabancı fikirlerden, doğudan ve batıdan gelebilen bütün etkilerden tamamen uzak, milli karakterimiz ve milli tarihimizle uyumlu bir kültür kastediyorum. Çünkü milli dehamızın gelişmesi ancak böyle bir kültür ile sağlanabilir."

Söylediği bu veciz sözleriyle Atatürk; öğretmenlerin hangi özelliklere sahip olması gerektiğini, cumhuriyeti yüceltmek için nasıl çalışılacağını belirtmektedir.

“Sanatçı alnında ışığı ilk hisseden insandır.” Sanatçı, toplumlara yön verir, kılavuz olur; ilerici fikirleri ve eserleriyle… Öğretmenler de sanatkârdır. Yontu sanatçısının mermerdir kullandığı malzemesi. Ressamlar boyalarla sanat eseri üretir... Öğretmenin malzemesi insandır. Çocukları anne kucağından alır, onların yeteneklerini ortaya çıkaracak, yaşamın zorluklarıyla mücadele edecek bilgi, beceri ve insanı değerleri içselleştirecek biçimde eğitir, yetiştirir.

“Öğretmen yalvarmaz, öğretmen boyun eğmez, öğretmen el açmaz, öğretmen ders verir!” Fakir Baykurt’un yalın anlatımıyla... Şu anda okullarımızda farklı statülerde ve farklı ücretler ödenerek; memleketimizden öğretmen manzaraları diye betimlediğim üç çeşit öğretmen çalıştırılmaktadır: Kadrolu, ücretli ve sözleşmeli öğretmenler.

Aynı işi yapıp, farklı statülerle ve farklı ücret alan öğretmenler arasındaki eşitsizlik öğretmenler arasında ders vermede isteksizlikler yaratmakta… Ücretli ve sözleşmeli öğretmenlerde çalışma isteği ve öğretmenlik idealinin coşkusu törpülenmektedir. Hem veli hem öğrenciler karşısında ücretli ve sözleşmeli öğretmenler kendilerini ezik hissetmekteler.

Tüm bu olumsuzluklara karşın siyasi iktidar, “Öğretmenlik Meslek Kanun Teklifi” hazırlayarak öğretmenliği daha da ilginç farklı bir boyuta taşımayı amaçlamaktadır.

“Öğretmenlik mesleği, adaylık döneminden sonra; ‘öğretmen’, ‘uzman öğretmen’ ve ‘başöğretmen’ olarak üç kariyer basamağına ayrılıyor. Ayrıca öğretmenlik kariyer meslek olarak tanımlanıyor. Böylece gelişim temelli bir sistem içerisinde adaylık, öğretmenlik, uzman öğretmenlik ve başöğretmenliğin hakları, görevleri ve sorumluluklarının netleştirilmesi hedefleniyor.”

Maalesef bu uygulama da öğretmenler arasında eşitsizliğe, öğrenci ve veliler arasındaki saygınlıklarının azalmasına neden olacaktır.

Farklı statülerde çalışan ücretli ve sözleşmeli öğretmenlerin kendilerini ne kadar ezik hissettiklerinin gördüm. Yüzlerinin güldüğüne ise okul ortamında hiç tanık olmadım. Bu olguyu yurt içi, yurtdışı ve özel okul öğretmenliği deneyimi yaşayarak emekli olduktan sonra çok sevdiğim öğretmenlik zevkimi sürdürmek amacıyla ücretli öğretmen olarak çalışlarken bire bir gözlemledim.

Adını andığım kanun teklifi yasalaşmadan eğitim-öğretimi ilgilendiren tüm paydaşların (öğretmen dernekleri, üniversiteler, veliler…) görüş ve önerilerinin de dikkate alan geniş katılımlı çalışmalar ve devletimizin de onayladığı ILO ve UNESCO’nun önerdiği, “öğretmenlerin statüsüne uygun tavsiye kararı” göz önünde tutularak öğretmenlikle ilgili ideal kanun çıkarılmalıdır.

Ülkemizin, “çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkması” çocuklarımıza sağlayacağımız nitelikli, demokratik, karma bir eğitimle ve bu eğitimi verecek nitelikli, özgür düşünceli işini seven toplum çıkarını kişisel çıkarlarının önünde tutan özgüvenli öğretmenlerle olanaklıdır.

Son söz öğretmene, eğitim-öğretim çalışmalarına vereceğimiz önemle orantılı olarak; çağı yakalama, ülkemizde kardeşçe barış içinde yaşamaya olgunluğunu içselleştirebiliriz.

24 Ocak 2022 4-5 dakika 148 denemesi var.
Beğenenler (3)
Yorumlar (1)
  • 2 yıl önce

    İçselleştirmek... Belki de bütün yazının yazılmasına sebep olan gerçek... En büyük eksikliklerimizden birisi... Ama kat edilmesi gereken onca yol var ki sevgili İbrahim abim. Ona ne zaman sıra gelir meçhul... Cumhuriyetimizin ilk hamlelerinden birisi olan eğitim seferberliği o kadar güçlüydü ki, on, on beş yılda yapılan hamleler sonucunda yetişen öğretmenler ve onların yetiştirdiği öğretmenler ve sonra onların da yetiştirdiklerinin ekmeğini yiyor bu memleket. Ve işte on, on beş senede yapılanları hala daha yıkamadılar. Ne Fullbright anlaşmasıyla, ne on dört yıl gibi bir süre (ve gittikçe pasifize edilerek) faaliyet gösteren köy enstitülerinin kapatılması yetmedi... Ne eğitim kalitesinin düşürülmesi, ne zırt pırt müfredat değişiklikleri... Demek ki cumhuriyetin ilk zamanlarındaki o muhteşem ruh yok edilmeye çalışılmasa, demek ki on on beş yıl değil de daha fazla sürseydi o dönemdeki eğitim seferberliği, kimse tutamazdı Türkiye Cumhuriyetini... Sizi okumanın keyfi bir başka... Çok şey katıyorsunuz bakış açıma. Eksik olmayın. Sağlıcakla kalın. Sevgi ve saygılarımla esenlikler dilerim.