Monarşinin Dili Oligarşinin Dili 1

Buradaki Totem, Mevla, El, Tanrı, İlah gibi kavramların evrende beliren Yaratıcı ve Mutlak Güç olan Yüce Tanrı kavramıyla hiçbir ilgisi olmayan tarihsel verilerdir. Zaten Evrensel Yaratan Güç olan Yüce Tanrı kavramı da bunlardan hiç birisi değildir. Kader mülk sahip dünya genelinde olan kavramlardır.

"Eylerse Mevla eyler

Mevla ne eylerse güzel eyler"

Bu gibi sözler albenili, ağdalı ve yaldızlı büyüleyici sözlerdir. Büyü bir söylemin tersi olan düşünmeyi unutturup yasaklamakla; sizin etraflıca düşünememe girdabına düşmenizdeki kapılışla büyülenmeydi.

Bu tür söylemler hiç bir direnç ön görmeksizin, alt yapısı kabul ettirilmiş süreç anlamlara atıf olmakla; tereyağından kıl çeker gibi akışlı olurlar.

Eskiden mülkün sahibi padişahtı. Yani mülk üretim nesneleriyle, üretim nesnesi içinde üretim nesnesiyle çalışan insanı da içeren bir kavramdı. Mülkün içinde üreten çalışan insanı çektiniz mi mülkün hiçbir anlamı yoktur. Kavramları şimdiki anlamlarla değil geçmişteki ilk anlamla özgülenen gelişmesi içinde takip edeceksiniz.

İnsanın üreten ilişkisi içindeki emek nesnelerini çekerseniz insan üreten faaliyette bulunamaz. Doğaya ve zorluklarına teslim olur. Mülk bu nedenle kolektif etkili özne (insan) nesne girişmeyle mülktür.

Mülkün sahibi padişah (Mevla) karşısındaki kişi kendisini tanıtırken kendisine "Kulunuz" derdi. "Kulunuz Evliya Çelebi" derdi. Yani üzerinde her tür tasarruf hakkınız olan köleniz Evliya Çelebi demekti.

Padişah ta zaten bu anma veya zikrin baskı ve basıncıyla herkese kullarım derdi. "Kulumuz Evliya çelebi nasıl? Ne haldedir? Nicedir?" diyen mülkiyetli bir azametle sorardı.

Mevla neydi? Mülkü olan. Mülk sahibi olan kişi efendiydi. Mevla’mız da efendimizdi. Mülk sahibi olmanın gücü ve azameti ile güç ve iradeydi. Efendi mülk sahibi olan, mülkünü tasarruf edendi.

Mevali neydi Mevla olanın kuluydu. Mülk yoksunu iradesiz acizlikti. Köleci mantıkla ihsas edilen düşünce buydu. Bu mantık tarihin inşa sürecine, gerçeğe ve gerçekliğe kökten aykırı bir durumdu.

Mülkün sahibi diliyordu. Mülkün sahibi mülkten sadaka veriyordu. Mülkün sahibi mülksüz olana (aslında mülksüz kıldığı kişilere) acıyor, merhamet ediyor, lütufkâr davranıyordu! Kendilikten mülk sahipli olmanın davranışıydı.

İşte bu nedenle bu mantık alt yapısı üzerinde oluşan alan etkisi akışı içine bu türden veciz sözler söyleniyordu:

"Eylerse Mevla (sahibimiz-efendimiz) eyler

Mevla (sahibimiz-efendimiz) ne eylerse güzel eyler"

Öyle ya mülkü olan, mülkten verip vermemenin eyleminde olurdu. Mülkün sahibi mülkten ister versin ister vermesin; ne eylerse güzel eylerdi. Bu kaderdi. Hayır ve şerdi. Hayır ve şer de Mevla’dandı.

Böylece bu sözlerle iman akdinin altyapısı ve akli zemini oluşturulmuştu. Bu zemin üzerine de bu tür "Eylerse Mevla eyler/ Mevla ne eylerse güzel eyler" gibi söylediğiniz sözler bu tür inanmışlık alanı içinde yağ gibi akar. Bu sözler boyun eğiciliğe, teslimiyete dirençsiz olmaya yağ etkisi yapacaktı.

Monarşinin dili tekilerk dili. Oligarşinin dili mülk sahipleri ortaklaşmasının irade ve paylaşım yapma paylaştırma gücüydü. Monarşi ve oligarşinin dili olan sentez, şimdiki tüm dinlerin inşa diliydi. Dinler bu inşa dili içinde ve inşa dili çevresindeki zamana ve zemine bağlı bir evrim sel, düşün sel, eylem seli oluşla kendi eylemini sürükleyen ideolojinin (öğretinin) fikri hareketi olan öznel dildi.

İlk totem yapılar ilk sosyal sözleşmelerdi. Bu nedenle ve bu aşamada sosyal sözleşme sözlü olmaktan çok vücut ve yönelimli bir eylem birliği dilidir.

Sosyal sözleşme sağlatan sosyal alanın çekimiydi. Çekim alanı içinde söz ve eylem birliğini totemdi mana düşüncesi olukla belirten, kodlayan eylem ve sağlamaların alan içi kendi tekrarlarıydı.

Toplumsal sözleşmeler üreten ilişkilerden sonra, üreten ilişkilerin totem grup alanı dışında girişen söz eylem ve takasla ürün anlaşmalarıydı. Toplumsal sözleşmelerinin kökeninde totem meslekleri vardır.

Toplumsal sözleşmelerin temelinde totem meslekleri girişmesi vardır. Ama ne sosyal sözleşmeler içinde ne toplumsal sözleşmeler içinde; din ve din benzeri efektler hiç yoktur.

Üreten ittifak olmaktan çok teslimiyetçi bir üretim biçim olukla tekerkillik (monarşiler); biat, taat, itaat ve ibadet ahdi olan izole yapılardı.

Tekerkillik içindeki bu kümülatiflerle birlikte oluşan iman ahdi kavilleri, önce din benzeri El iman ahitle monarşin bir inanç ve iman ikrarlarını oluştular.

Sonra da üreten yapı içinde köleci mülk ilişkilerini güden genel çizgiler dâhilindeki oligarşin yapılarla kırpma ve düzenlemelerle dinler vardı.

Dinler bu mülkiyetçi köleci genel çizgiyi gözetme benzerliği içinde güncele ilişkin akışa yol verecek yerel veya lokal oligarşinle yerel ya da lokal feodaliteyle birlikte tamamen dinler, vardır.

Dinler, acıkmanın biyolojik olması gibi bir gereksinmeyle hayatla ve dolaysıyla insanla her zaman her yerde var olan genel bir belirme hiç değildirler.

Dinler böylesi bir genellik ihtiyacından kaynaklanmakla dünyanın her yerinde her insanla birlikte görülür olan genel ıralı bir tutum değildir.

Dinler hiç bir zaman genel bağlamla genel karakterli değildirler ve şimdilik yeryüzü dini de değildirler ve zulümle, zorbalıkla olmadıkça bu halleriyle yeryüzü dini olmaları da olası değildir.

İnsanın biyolojisinden gelen bir duyuş vardır. Bu duyuş din değildir. Kişilerin kaygılardan arınmasıyla kişi yönelimlerini güden kişi yönelimlerini aydınlatıp anlam veren duyuş grotesk iliktir.

Grotesk ilik hiç bir zaman din değildir. Dış dünya baskı ve basıncının kişi öznesi üzerinde anlamlandırma olan duygulardır. Artık kişi bu duygularıyla koşullu refleksin tavrı oluyordu.

Dinler sosyal sözleşmelerden ön toplumsal sözleşmelerden çok sonra vardır. Kolektif gücü özelleştiren mülk ilişkisi içindeki; mülk sahibinin paylaştırmasına göre olan sosyo toplumsal baskıyı yerel alan içinde kişiye yöneltmenin baskı basınç duyuşudurlar.

Yani din, dış dünyanın baskı ve basıncından çok sonra üreten ilişkileri köleci tarzla paylaştıran yapı içinde gelip; kişideki groteski duygularla birlikte kişi duyumlu salınımı büyüten sosyo toplumsal bir yatıştırıcı olmakla yatıştırıcı; teslimiyetçi; öğütçü; ödevli şartlı öğrenmedir.

El ihale unsuru bir mana fikridir. El kolektif zenginliği "mülk benim. Ben mülkümü dilediğime verdim. Ben mülkümü pay ederken siz şahit miydiniz? Diyerek kolektif mülkiyeti seçkin kişilere ihale emenin meşruiyet mantığıydı.

El köleci yapıdan günümüze kadar, günümüz de dâhil; kamunun kaynaklarını kolektifin kaynaklarını ihale eden, tanrılaşan güçtü. El mülk sahipliğinin ve mülk sahibi yönetme gücünün üretilen içinde aslan payını almasıydı.

Bir zamanlar yeryüzünde otuz beş bin tane El tarzı mutlak monarşini mülk sahipliği temsilcisi olan küçük egemenlikler vardı.

Ve bunlar tarih kitaplarına yanlış bir algılatmayla, geçmiş süreci unutturan söylemle birçok tanrı, çok tanrılık düşünce söylemiyle geçmiştir.

Bu otuz beş bin köleci ve monarşi temsilcisi tanrı efendiler sentezi ile oligarşinin temsilcisi olan tevhidin tanrıları ortaya çıkmıştı. Amon-Ra, Yehova, Ahura Mazda vs. bu tanrılardan sadece bir kaçıydı.

Tarih bilinci genel bir akıştır. Dinler genel akışlı sürekliliğin içinde mahallî tutumlu geçmişten intikal eden söylemle mevcut durumda beliren sorunsallara göre olan çıkarımlardı.

Yine günümüze gelen süreçte otuz beş bin tane tanrı efendilerin oligarşin sentezinden geriye Yahudilik, Hristiyanlık, Budizm, Şintoizm, Konfüçyüs gibi büyük sentez dinleriyle bunlar dışında belki de ancak bin kadar din kalmıştır.

Otuz beş bin efendi tanrının sentezinden geriye kalan 4300 kadar dinin çoğu 50 yüz kişilik grup, topluluk dini boyutunda olmakla çoğu bahse bile konu olmazlar.

Monarşin inşaca duruma göre söylenen sözlerden biri daha örnek olarak söylenecek olursa şu tür bir söz monarşin yapı içinde söylenen bir lafız olmakla söylenebilir. "O her şeyi hakkıyla bilendir".

O her şeyi hakkıyla bilirse, söylediği her söz de haktır ( doğrudur) yönetendir. Yine bu bağlamla "siz bilmezsiniz o bilir" der. Doğru da. Çünkü siz kolektif olanı biliyorsunuz. Ama "mülkün sahibi o" gibi tekile göre olanı bilmezsiniz

O zaten kolektife karşı, kolektif olmayanları sayıp dökmekle; özel sahipli mülk egemenliğini (monarşi olanı) söylemekle; monarşiye ait olan gücün her şeyini biliyordu. Kim? "O". "O kim?" Mülk sahibi.

Bir gerçek daha vardı. Her şeyi hakkıyla bilen, kolektif ligi bilmiyordu. Kolektif ligi görmezden geliyor, kolektif ligi giderek unutuyordu.

Unutulan kolektif gerçeklik, her şeyi bilen tarafından söylemce "merhamet, lütuf, acıma olarak; rahman ve rahim olanın" harcama ve tasarrufu olan gizlemelerle hatırlanacaktı. İlk köleci monarşin inşa içinde "o" olan, kendisinin kolektifleri (ortaklar veya ortakları yok diyordu). Bilmezlik burada başlıyordu.

02 Temmuz 2020 8-9 dakika 1084 denemesi var.
Beğenenler (1)
Yorumlar