Müfredat

Üç tarafı denizlerle çevrili gök kuşağının yedi rengine özdeş bölgelere sahip bu güzel ülkede doğdum. Serin yaylalarında gezdim, yeşil derelerinde çimdim. Mavi denizlerinde kulaç attım. 'Gülmesini bile sarkık bıyıklarının altında saklayan' halkımın ödediği vergilerle açılan yatılı okulda okudum. Ve yıllarca okudum-okuttum. Halkıma ve ülkeme olan minnet borcumu ödeyemem. Bütün yurttaşlarımı birinci derece ilgilendiren müfredat konusunda yazacağım bu yazıyla umarım az da olsa insanlık görevimi yeri getiririm.
Öncelikle müfredatın anlamını anımsayalım:
1-Bir bütünü oluşturan bireyler, ayrıntılar,
2-Öğretim programı...

Öğretim programı üzerine beyin jimnastiği yapıp konuyu irdelemek istiyorum. Öncelikle gerçekleri öğrenmek, yorumlamak ve hazmetmek gibi zorunluluk vardır hayatta tutunabilmek adına. Ülkelerin en birincil zenginlik kaynağı, ne altın madeni, ne petrol, ne de sulardır. Ülkelerin en önemli zenginlik kaynağı insandır. İnsan denince, nitelikli eğitim almış, üretken, yurttaş olma bilincini yakalamış özgür insanı kast ediyorum en önemli zenginlik kaynağı derken.

Yurttaş olma bilincini yakalamak sözlerini biraz açalım. İyi eğitim görmüş, en az bir yabancı dili anadili gibi konuşan, modern aygıtları kullanmasını beceren, bildikleriyle yetinmeyen, sürekli okuyan araştırıcı olan bireyler ancak yurttaş olma düzeyine çıkmış olurlar. Ekonomik bağımsızlık da özgür yurttaş olabilmenin bir başka boyutu.

Bireyler özgür yurttaş olma bilincini içselleştirmese ne olur? Küçük hesaplar kovalayan, güdülen, güçlülere biat eden yalaka olup çıkarlar. Kanunlara uymazlar... Ekonomik gücü elinde bulunduranlara biat ederler, fedai olurlar... Aile mevhumuna, karşı cinse saygı duymazlar. Kötü alışkanlıklar edinirler. Sorunlarını konuşarak değil kaba kuvvetle çözmek isterler. Silaha sarılırlar...

Nitelikli eğitim deyince bireylere de öncelikle analitik düşünce kazandıran bir eğitim sistemi kast edilmektedir. Bu eğitim sistemi süzgecinden geçenler ise analitik düşünceyi içselleştirirler. Analitik düşünce; 'Olayları neden sonuç çerçevesi içinde yorumlamak, bilgilerini araştırıp akıl süzgecinden geçirerek doğru sonuca ulaşmaktır. Sistemli düşünce tarzıdır, ezberciliğin zıttıdır, sorgulama ve araştırma şarttır.'

Günümüzde çağı yakalamış dünyanın güçlü ülkeleri nitelikli eğitim sistemleri uygulayıp analitik düşünceye sahip bireyler, insanlar yetiştiriyorlar. Bir düşünelim, bir tarafta balta girmemiş ormanlarda insanlığın mağara çağına özgü yaşam süren, yarı çıplak yaşayanlar var. Diğer tarafta uzayın derinliklerinin fethine çıkan insan. Uçakları, denizaltıları, iletişim aygıtlarını yapan insanlar.

Evet, uzayın fethine çıkan, kahvehanelerde değil laboratuvarda sabahlayan, bilim insanı yetiştiren toplumlar gümümüzde hükmedenler kategorisine giriyor. Bunun içinde nitelikli eğitim ve nitelikli insan yetiştirmek işin olmasa olmazıdır. Nitelikli eğitim-öğretim içinde çağın gereklerine uydun bilimin ışığında hazırlanmış uzun soluklu öğretim müfredatlarıyla sağlanır.

Müfredatlar, içeriğinde çocukların anaokulundan başlayıp yükseköğrenimlerini tamamlayacakları süre içinde uygulanacak eğitim-öğretim yol ve yöntemlerini barındırır. Çocukların okula kaydının nasıl yapılacağından, okutulacak kitaplara, kitapların içeriğine, yapılacak sınavlar ve bunun gibi konular müfredatın içeriğini oluşturur.

Günümüzde insan haklarına saygılı, demokratik, laik, sosyal hukuk devletleri çocuklarını, genç kuşaklarını ülkelerinin koşullarına uygun, bilimin aydınlatıcı ışında işin uzmanı insanlara hazırlanan müfredatlarla yetiştiriyorlar. Bu müfredatlar adeta ülkelerinin eğitim-öğretim çalışmalarının uzun soluklu anayasası oluyor. Yirmi-otuz yılda bir yenileniyor.

Ülkemizdeki eğitim-öğretim çalışmalarına, Müfredatların uygulanmasına bir göz atalım. Cumhuriyetimizin kuruluş aşamasındaki çalışmalara kadar gidecek değilim. O konuda kısaca şu gerçek söylenebilir. Genç cumhuriyet yurttaşların aydınlanması için okullaşmaya büyük önem vermiş. Eğitim Birliği Kanun'u uygulamaya koyarak ilköğretimi zorunlu kılmış. Okullar açmış...

Daha berilere geleyim. İlkokula başladığımda ilkokullarımızda 1948 Programı uygulanıyordu. Daha sonra 1968 programı uygulamaya kondu. Demek ki aradan yirmi yıl geçmişti. Bu iki program içerikleriyle bilimsel eğitim-öğretim yöntemlerini barındıran, devletin kuruluş felsefesiyle birebir örtüşen programlardı. Türk Kültürünü çağdaş uygarlık düzeyine çıkarmayı hedefliyorlardı öncelikle...

Meslek yaşamıma 1968 programının uygulandığı yıllarda başladım. Ülke gerçekleriyle örtüşen bu programın ömrü fazla uzun sürmedi. Askeri rejimlerle tanıştık sık sık. Yönetimi ele alan generaller ülkemizde önce zaten yetesiye olgunlaşmamış demokrasiyi akamete uğrattılar. Müfredat programlarının içeriğini de değiştirdiler büyük oranda.

Biz beş yıl zorunlu eğitimden sekiz yıl zorunlu eğitime geçtiğimizde dünyada beş yıl zorunlu eğitim uygulayan ülke sayısı iki elin parmak sayısından daha azdı. Seksen ve doksanlı yıllarda 12 Eylül 1980 askeri darbe anayasası hükümlerine göre hazırlanmış müfredatlarla çalışmalara devam edildi. Fakat iktidara gelen her hükümet uygulanan çalışmalara eklemeler-çıkarmalar yaptı dersem sözlerim abartı değil. Tüm bu çalışmalar yapılırken devletin kuruluş felsefesinden, Atatürk İlkelerinden adım adım uzaklaşıldı.

Daha geçen gün okudum bir gazetede. Mevcut iktidar partisi on beş yıllık iktidarı sırasında altı kez müfredat programını değiştirdi diye. Demek ki dünyanın gelişmiş ülkelerinde on yıllardan sonra müfredatlar değiştirilirken, biz son yıllarda iki buçuk yılda bir öğretim programlarımızı yeniliyoruz. Öğretim programları değiştirme olayı sadece ilkokul ilk dört yılı değil YÖK dahil bütün eğitim-öğretim kurumlarını kapsadığını da belirtmek isterim.

Sonuç; öğrencilerimiz yaşıtlarıyla girdikleri uluslararası bilgi yarışmalarında her yıl daha da olumsuz sonuçlar alıyor. Eğitim-öğretimin birleşenleri öğretmen-öğrenci ve velilerimiz durumdan hiç memnun değil. Demek ki yapılan çalışmalarda bir yanlışlık, bir eksiklik var. Bu çalışmaların özünü annemin anlattığı bir kıssa ile örneklersem konu daha iyi anlaşılmış olur. Annem kısa kısa kıssalar anlatarak biz çocuklarına öğütler verirdi.

'Kışların uzun olduğu bir memlekette yaşlı bir nine yalnız yaşamaktadır. Ahırında sekiz-on adet koyunu vardır. Ninenin mereğinde (samanlık) ot bitmiş fakat mart sonu olmasına karşın yeni yeşeren çayırın üzeri yeni yağan karla kaplanmıştır. Karınları iyice acıkan koyunlar ahırda acı acı melemeye başlarlar. Nine koyunları susturmak için kısa süreliğine pratik bir çare bulur. Evdeki kediyi ayaklarından bağlayıp ahırın duvarına asar. Kendini kurtarmaya uğraşan kedi, miyavlayarak duvarı tırmalar. Kedinin acıklı durumunu seyrederken koyunlar kısa süre de olsa açlıklarını unutup melemeyi keserler.'

Maalesef bizdeki okulculuk müfredat çalışmaları ile ninenin kıssasındaki durumla bire bir örtüşmektedir. Uygulamalardan memnun olan yok. Sorunlara bulunan çareler sanki göstermelik...
Yıllarca camianın içinde çalışmamış siyasiler bakan yapıldı. Okullarımız dershanelere basamak oldu. Bakanlığın yapması gereken eğitim-öğretim çalışmalarına cemaatler-tarikatlar ortak edildi... Yanlış anlaşılmasın anlatımım. Aksaklıklar sadece son yıllarda yaşanmıyor. Bu uygulamaların miladı devletimizin Sam Amca ile ikili antlaşmalar yapması ve Nato'ya girmesi ile başladı dersem konuyu abartıyorum sanılmasın.

Çözüm ne olmalı dersek; öncelikle siyasilerin eğitim-öğretim işinden kesinlikle çekilmeliler. Zaman kaybetmeden devletimizin kuruluş felsefesine uygun, konunun uzmanlarına ülkemiz koşullarına uyan, bilimsel yöntemlerle, uzun soluklu eğitim programları yaptırmak gerekir. Yapılacak eğitim programları titizce uygulanmaya konulmalı ve de hükümet edecek iktidarlar değiştikçe programlar değiştirilmemeli... İşte o zaman ülkemizde birbirini ve ulusunu seven, duygudaşlık yapan, toplum çıkarını kişisel çıkarlarından üstün tutan özgür düşünceli kuşaklar yetiştirebiliriz.

12 Kasım 2017 7-8 dakika 146 denemesi var.
Yorumlar