Otogar

Oturduğum şu bank, durduğum şurası, demin canından huzursuzluğuma can verdiğim yerde boylu boyunca yatan sigaram ve gri, yürüyen kadın, koşan adam, ağlayan çocuk, tekerler, tekerlerin taşıdığı aynalar, aynaların taşıdığı yolcular, gelenler, gidenler, koku, ekmek kokusu, egzoz kokusu ve en önemlisi veda ve daha da önemlisi hasret; ana, baba, evlat, eş, dost, arkadaş, sevgili kokusu...

Oturduğum şu bankta kendime yüklediğim ağırlıkla beraber havalanmak, uçmak istedim. Uzun zamandır kafamda dönüp dolaşan aynı yüzlü düşüncelerden sıkılıp farklı bir şeyler düşünmeyi arzuladım.
Sorular geldi aklıma, sigara armağan ettiler. Yaktım, öyle yaktım ki kulaklarımda çınlayan itfaiyenin siren sesleriyle irkildim bir an. Bu ses çok acı değildi bu sefer, parmakların piyanosundan kopup gelmiş bir veda müziğinin beni uyaran ahengiydi.

Oturduğum şu bankta kendime yüklediğim ağırlıkla beraber, kulağımdaki çınlamanın bitişiyle etrafımda bulunan herkes birden ‘ben' oluverdi. Üçüncü perona kocaman bir otobüs yanaştıran, kaptandım. Elinde kalemi ile yolcu yoklaması yapan, muavindim. İçinde bulunduğum bavulları taşımakta zorluk çeken yaşlı bir adamdım. Sonra onu karşıdan görüp yardımına koşan genç bir adamdım. Sevgiliydim. Sevgilimi dudaklarından son kez öpebilmek için gözlerimi etrafıma kolaçan kıldığım bir sevgiliydim. Son öpücüğün davetini kabul eden ve kimse görmesin diye yeryüzündeki tüm ışıkları karartmak ister gibi gözlerini kapatan sevgiliydim. Akşam evine bir parça ekmek götürmek için elindeki sarı tükenmez kalemleri satmak isteyen yaşlı bir kadındım.
Kendimi merak ettim, nasıl göründüğümü, herkes bu kadar bana benziyorken ne kadar değişmiş olabileceğimi merak ettim. Büyük bir savaşın bitişinden dönen düşünce gemilerim, aklımın kıyılarına demirlemişlerdi suskunluğumu. Gemilerin hiçbirinde yoktum.

Oturduğum yerden bütün ağırlığımı da yanıma alarak doğruldum. Bütün bedenlerden azat olmak isteyen bir köle gibi affımı istedim, yeryüzünün bütün sahipliğinden. Biraz zaman sonra orada bulunan herkesten sıyrılıp havaya karıştım, kendimi buldum. Vedaların gözlerinden akarak, sıcacık bir ekmeğin buharına karışarak, gri kanatlı bir güvercinin gagasına tutunarak kendimi buldum. Hepsi gerçekti, bende gerçektim. Yerdeydim, yırtılmış kâğıt parçalarının arasındaydım. Rüzgârın müziğiyle dansa katılmış kâğıt parçalarıydı bunlar ama bütünü görüyordum onlarda. Birinin yırtılmışlığı diğerinin yırtılmışlığına denk geliyordu çünkü.
‘Seni hep sev...' yazıyordu bir parçada, yarım kalmıştı. Onu tamamlamak için yerdeydim, başım yerdeydi. İnsanların garip bakışları arasında savrulan kağıt parçaları ile birlikte dans ediyordum.Elime geçen bir parçada ‘ben sana..'yazıyordu. Ne demekti ‘ben sana...'? Dansıma devam ettim. Elime aldığım diğer parçada ilk bulduğum parçayı sonunda tamamladım. İkisini birleştirdiğimde, yaşadığım hayal kırıklığıyla az önce oturduğum banka attım kendimi. Şaşkındım, üzgündüm. Olmasını istediğim ile yaşanılanın arasında sıkışmış canı ağzında bir şeydim. Ağzıma geleni yazıverdim sonunda...

Bir veda meclisiydi burası, gerçeküstülüğüyle tam bir gerçekti. Bazı fiiller vardı, burada hiçbir şekilde ayrışamaz ve ayrı kalamazlardı. Gelmenin ve gitmenin sıfır noktasındaydım. Elimde iki kâğıt parçası ile kaybolmuştum tekrar. Elinde kalemi ile yolcu yoklaması yapan muavin beni arayana kadar kaybolacaktım bu yerde...

Uzun bir zaman birleştirdiğim diğer parçada yazana bakakaldım. Bu sefer oraya hapsetmiştim kendimi. ‘-dim' yazıyordu o kağıt parçasında sonu bembeyaz bir boşluk olan ‘-dim..'İkisinin kavuştuğu yerde bir ayrılık mektubunun hüznü çökmüştü omuzlarıma..

tükenmiştim.

28 Mayıs 2018 3-4 dakika 18 denemesi var.
Yorumlar