Pahalı Takıntı

 Ancak her şey mümkünken hiçbir şey olunabilirdi; her şey mümkündü ve hiçbir şey olmadan devam ediyordum...

Hiçlik,  gayret gerektirmiyor fakat yalnızlaştırıyordu... Hiçlik,  sizi bir tarafa sürüklemezdi siz olduğunuz yerde dururdunuz, taraflar sizi yüzünüzle karşıladığında sıra dışı olurdunuz.

 Yüzümdeki bir sivilceye ağladığımı hatırlamıyorum. Her şeyi olanlar, yüzümde başka bir yara görüyor olmalıydılar. kıçınız her zaman her yerde belki dik belki pörsümüş sıradan kalmaya devam ederdi...

Sırtımı döndüm o sabah ve tüm sıradanlıkları geride bırakacaktım.
Nihayet bir yola çıktım...


Üç defa ertelediğin bir alarmdan daha keskin bir uyaran varsa o da anne merhametinden duyabileceğiniz bir felaket korkusuydu.
- Uyan ! Oğlum uyan!
 -Tolgaaa geç kalıyorsun işine bir şey olacak.

Kahvaltıya ayırabileceğim vaktimi biraz fazladan uyku ile değerlendirirdim, bu hep böyle oldu.
-Oğlum geç kaldın, patronun bir şey der işinden olabilirsin...
Uyandım. Uyanır uyanmaz açılırdı gözlerim. Öyle yarı baygın falan olmazdım çünkü panikle uyanıyordum. Rahatsız eden şey yağlı göz kapaklarım ve tepede kuş yuvasını andıran sağa sola savruk bir kaç tel saçım. Biraz vaktim olsa soğuk su ile de yıkayabilirdim, saçlarımı. Yıkamadım geç kalıyordum. Mutsuz, uykulu ve açtım.

Sakal tıraşımı gözlerim kapalıyken bile çiziksiz bir dakikadan kısa bir sürede bitiriyordum, sakallarım pek sert değildi. Aklıma o sinir bozucu geliştire geliştire bir sona varmayan uzay mekiği teknolojisi gibi sunulan jilet reklamları geldi, cebimde ki paraya göz koymuşlardı. Bazen beyaz bazen mavi jeller, iki üç bıçaklı makineler... Maviyi tercih ediyordum; dijital olan, teknoloji barındıran şeyler mavi olurdu yada mavi ışıklı.. Mavi jel sürdükçe beyazlanıyordu. Mavi köpükler umuyordum, kandırılmıştım cebimdeki parayı kaptırmıştım. Biraz boya yetmişti kandırılmama.
Biraz boya ile nelere para kaptırılabileceğini düşündüm; değişeni olmayan her yeri boyalı otomobiller ve hiç beyazı bulunmayan kırkbeşlik çıtırlar...

Hiç para harcamamıştım gafletim ve günahım için  karlı sayıyordum kendimi. Korkaklığımı yıllarca böyle gizleyebilmiştim.
Dişlerimi yeterince sararmadan fırçalama gibi bir derde hiç düşmedim ama çürüyordu dişlerim. Bazen bir felaketin yakınlığını göz göre göre karşılardınız; ağzımın orta yerinde bir felaket büyüyordu, yakınlığını aynada dişlerimi sıkarken gördüm.

Gömleğimi hızla ilikledim ve pantolonuma kattım eteklerini. Kravatım akşamdan yapılmıştı zira boynumda bağlamayı öğrenmişsem de unutmuştum. Kapıyı çektim ve sessizce indim merdivenleri. Dış kapıya varmadan koridordaki boy aynasında baktım kendime. Bunu her sabah yapıyordum; bir dosta selam vermek gibi hala aynı şişman ve mutsuz ufaklıktım, biraz daha yaşlanıyordum.

Akşamları da gizlenerek önünden geçtiğim, başımı hep meraklı ve saygın bir işe adamışçasına diğer tarafa çevirirdim. Diğer tarafta posta kutuları vardı. Herkesin bir şeyleri olurdu mutlaka faturalar, market broşürleri, moda ve aktüel dergileri ve sahibine ulaşmamış haciz icra tebligatları... Otomatik ödemede olan faturaları alırdım; kaç m3 su ve doğalgaz tüketiyordum? Hatırlamaya çalışırdım, evime girerken.

Elektrik faturasına itirazım olmazdı; geceleri, gündüzlere tercih eden bir adamdım. Dün olduğu gibi bugünde bunun için çalışacaktım. Ekstreleri sevmiyordum sanki birileri beni gözetliyormuş gibiydi. Harcamasam çalışmayabilir miydim? Dış kapıyı açtım ve çıktım.

Dış kapı ağır düzeneğiyle gürültüsüz kapanırdı arkamdan. O kapıya özenirdim; çıkıp gitmek istediğim çok yerler oldu...Ağır ağır gürültüsüz olmasını yeğlerdim ama hiç olmadı.
Pınar'ı, Serap'ı bana ve insanlığa kan emen sülükten daha yararsız olan eski patronlarımı ve kirli kalabalık işyerlerini düşündüm. Hepsi başka bir çılgınlıkla bitmişti; çok gürültülü kapandı o kapılar.

Birde hiç açılmayan bir kapı Figen gelmişti aklıma; benden on beş yaş büyük bu kadın yanağımı okşadığında henüz 6 yaşımdaydım...

 Aşk, bir merhabadan alabileceğin; yanakta bir makas, gözde sevecen bir bir gülümsemeydi...

Çocuktum, aşktan öğreneceğim çok şey vardı...Figen'i geride bırakalı tam otuz yıl oldu bu gün.

Hiç kapanmayan bir kapı; Onunla yoluma devam ediyordum...

 Yürürken sigara içmek hiç karlı değildi, yarısını rüzgar alır götürürdü; sekse varmayan tadımlık bir öpücük gibi yarım kalırdı ama tatlanırdınız, halka halka dumanlandım.

Yolumda hep “O” var oldu... O, her şeye dokunurdu. Her yerde bulabilirdim onu ama ancak o isterse görebilirdim onu.

Görünmez bir sevdiğim vardı, hiç sevgili olamadık. Beni sevdiğini biliyordum ama hiç sevgili olamadık, olmak için gayretimiz de olmadı. Uzaktık! Uzaklar yakınlaşabilirdi. Yakınlıktan korktuk. Bunu yüzümüze söyleyecek cesaretimiz hiç olmadı. Kendimize başka bahaneler aradık, zor olmadı. İmanlı imansız bulduk onlardan yeterince...
Yetemediğini anlamak yıllarımızı almıştı.

“O” evlendi. Üniversitede aşık olduğu çocukla evlendi; yıllar süren flört bir başarıya ulaşmıştı, tanıyanlar takdir ettiler. Davetliler takı taktılar, davetsizler de çok sonra öğrenmişlerdi.
Davetsizlerdendim.

Çok sonra öğrendiğimde bende takdir etmiştim. Takımı masada hazırlamaya niyetlendim; karşılaşırsak söyleyebileceğim bir ezber şiir, bozdurulamayacak bir takı olacaktı.

Takı çok pahalı geldi, yazamadım. Bozuldum. Çok ucuza gelmiştim bir sigara yaktım, harcandım.

Her şey mümkündü ve hiç bir şey olmadan devam ediyordum
Hiçlik gayret gerektirmiyor fakat yalnızlaştırıyordu.
Hiçlik sizi bir tarafa sürüklemezdi siz olduğunuz yerde dururdunuz
Fena bozuldum, bir sigara daha yaktım...
Kolayca uyudum hemen sonra.

S(y)N



11 Ağustos 2021 5-6 dakika 7 denemesi var.
Beğenenler (5)
Yorumlar