Palmiye Martı Şehir ve Tavşan

Gökyüzü kuşlar gibi neşeli değil. Bulutlar her an ağlamaya hazır gibi bakıyor. Kış günü gereksizmiş gibi duran balkonlar ve gereksizmiş gibi uzayıp giden sahil yolu beni hüzünlendiriyor. Neşeli sesler, karşı yakada sisli dağların arkasına bir yerlere saklanmış, rüzgârın taşıdığı anımsama olarak körfezin kokusuna karışıyor sanki. Her şey öyle durağan ve soğuk. Bu kadar dikkatli bakmasaydım, üşümeyecektim!

Soğuk sözcükleri çaydanlığı fokurdayan bir köy kahvesine yolladım, semaverde olabilir, kuzinede. Neden lüks bir kafeterya ya da kalorifer değilde kuzine ya da köy kahvesi demiştim acaba. Kafamı kaldırdım, kocaman bir palmiye ağacı
"Ben de Afrika'da bir kabileye gölge olmak isterdim" dedi. "Keşke" gülümsemesi yolladık birbirimize.Yaz günlerini hatırlattı palmiye ile sohbetim. Bakir bir kumsalda kocaman bir palmiye olduğumu düşündüm. Nasıl da iyi geldi, ısındım biraz.

Rüzgar insanları devirmeye çalışırcasına inliyor. Belki de insanların iniltisidir bu tam anlayamadım, uğultular birbirine karışmış çünkü. Çünkü birileri inliyor, birileri inletiyor. İnleyen tavşan, inlemeyen tavşan, bir havuca kandırılan tavşan; şirin hayvandır tavşan,şapkadan çıkan, kırları hatırlatan bir hayvan. Tanrıdan size istediğiniz kadar izin, kendi illüzyon gösterinizi yaratın, benim en sevdiğim zincirlerden kurtulma gösterisi... Tavşanda nereden çıktı demeyin, şapkadan çıkıyorlar dedim ya, hem çok hızlı da ürüyorlarmış, bir sonraki yaşamımda tavşan olma ihtimalim bir panda olma ihtimalimden daha yüksek. Tam burada eşimi düşünebilirim, oğlumu, arkadaşlarımı hatta onlardan evvel ölürsem anne ve babamı, beni unuturlarsa yaramaz bir tavşan olarak karşılarına çıkayım. "Ve birden caddede bir tavşan beliriverdi." Yarattığım bu görüntüye kendim de kıkırdadım. Ama ben yine martı olayım, dememe kalmadan tiz bir çığlık "Beni rahat bırakk ivvyyk" diye bağırdı. Gerçekten çok yaygaracı bunlar yahu...

Umursamadım ama Nina'yı hatırladım. Şu iki sene evvel gittiğim oyununda Nina'yı oynayan kadını ve siyah saçlarını, ağırbaşlı haliyle dağıttığı, "Kalplerinizi felç edeceğim" bakışını. Bir gözüme yaklaşma yanarsın, diğer gözüme farkettiyseniz tüm yumuşak ezgiler bende bakışı giydirip yürüyorum.

Tiyatro hocamızın lafı aklıma geliyor, her an kendinizi yukarıdan izliyormuşsunuz gibi yaşayın, her an kendi oyununuzu yaratın. laf "Hayat bir tiyatrodur"a geliyor işte. Neyse, buğulu bir camdan bakarmış gibi kısık gözlerle sahil yolunda yürümeye devam ediyorum.

Denizin bu kış günü burada ne işi var diye düşünüyorum, çünkü deniz güneşi çağrıştırıyor. Sanırım eski bir şarkının peşine düşmüş. Belki buradaki acılar ısıtılmıyor diyerek bizleri terketti, kimbilir.

Ne sporcu insanlar şu İzmirliler. Ben vitrin bakma temposunda, her şeyi duymaya meyilli, her duyduğu, gördüğü, başka bir şeyi çağrıştıran deli, onlar soluksuz kalınca genzimdeki cehennemi duymuyorum diyen veli, sahil boyunca ne güzel yürüyoruz. Telaşlarınız el ele tutuşsa ya, korkularınız,günahlarınız, beyninizin sansürleri,kovulduğunuz düşleri , yamalamayı dahi beceremediğiniz sancıları yalnız bırakmayın, diyesim var...' "Keyfini sürüyoruz ,yalnızlığın tadını çıkarmaktır bu, karışma sen!" diye bir şey duydum sanki, şehir yataklık ediyor yalnızlığa .

Ne zaman nereden geldi bu yalnızlık, bu insanlara güvensizlik, gölgelerini kaybetmişlerin sevgiyi de kaybedişleri ne zaman, hangi tarihte oldu. Hangi savaş bu neticeyi doğurdu. Ne zaman hüküm sürmeye başladı mutsuzluk, sevinç hangi medeniyette insan buldu. Bu mu yaşadığım dünya?

Donuk ifadelere bakıyor, yaklaşma yanarsın diyen gözüm bir aynaya kapatılmış bedenleri görüyor, öyle hızlı yürüyorlar ki otomobiller geri geri gidiyor sanki. Kocaman bir dalga şlap diye sol tarafımı olduğu gibi ıslatıyor. Ağzımda deniz tuzu tadını bile alıyorum. Bu çok hoşuma gidiyor. Vapurdaki o anım aklıma geliyor korkunç bir fırtına ve yağmur varken, çığlıklar içinde ıslandığım an, üzerime gelen dalgalara "Daha yok mu? Daha yok mu?" diyerek güvertede oturup içerden "Bana deli mi ne" gözüyle bakan yolculara ve çaycıya hiç aldırmadan ne için biriktirdiğimi bilmediğim kahkaha ve ağlama arası garip sesler çıkardığım an. Eski süsler vardı hani, salladın mı kar yağardı.
O zaman tanrının yine dünya denilen oyuncağı eline alıp salladığını düşünmüştüm. Kar yoktu ama dalgalar çoşmuştu. Martılar ve ben çığlık çığlığa.
O ana benzeyen bir his, tanrı kocaman aynasından bizi izliyor. Şirin bir gülümseme ile tüm yumuşak ezgiler bende gözümle, gökyüzüne bakıyorum. Uzay, sonsuz bir boşluk o boşlukta kocaman bir tavşan koşturuyor.
"Aynadan kaçtım. Aynadan kaçtım." Yarattığım bu görüntüye de kıkırdıyorum...

Bir ağustos bebeği olarak kışı sevmiyorum ama tüm mevsimlerin
yaşanılır mevsim olması imkansız. Yaşamın yaşanılır olması günden güne, hatta bazen, saatten saate değişirken.

Ve aşk, güneşin ısıttığı çayırda, bir tavşan patisi iziyse.

Şehirde rüzgâr ve fırtına
ama o uzak kırlardaki tavşan, kaldırmış boynunu göğe doğru burnunu neşeyle oynatıyor.

Yaşamaya inananlara görünürmüş...

09 Ocak 2013 5-6 dakika 45 denemesi var.
Beğenenler (1)
Yorumlar